Ana içeriğe atla

YAĞMURCU (18)






Burada renkli ve hareketli olmasına rağmen herşey,  hayat hiçte güzel değil.  Evet farklı kültürlerin farklı dillerin renklerin arasında bir yaşamı herkes eğlenceli bulabilir ama herşey maksada ulaşmayınca anlamını da yitiriyor. Benim için öyle oldu...

Yıllardır buradayım ve bu yıllar içinde aradığım şeyi burada bulamayacağıma eminim artık. 

Yanıma kâr kalan tek şey, küçük bir mekanda koca dünyayı tanımak oldu. 



"En iyisi geri dönmek ve beklemek mi ?"  Dedim kendi kendime...

"Yoksa çıktığım yerde devam etmek mı bu arayışa ..."

Uzandım...Başımı dayadığım ve belkide milyon kere başım üzerindeyken düşündüğüm yastıkta benden bıkmıştı... Her gece aynı meseleyi gizlice fisıldadığım oluyordu. Her gece bir sonraki gün "bulurum" ümidi hayali sevinci içinde uyuyordum...

Bir gün karşıma çıkacaktı ve ben O'nu bulacaktım bundan adım kadar emindim. Belki günler belki aylar belkide yıllar geçicekti, ne olursa olsun "bulma" ümidimi hiç kaybetmedim...

İçimi çekip gözyaşlarımı sildim. "Belkide burada olmak "bulma" ihtimali mi geciktiriyor ve bana da çok büyük zamanlar kaybettirebiliyordur" dedim kendi kendime...

Duvarıma astığım Hz. Hüseyin r.a'ma ait resimin gözlerindeki mavilik odamın karanlığını hep aydınlatırdı.  Bazen o karanlığı resimdeki maviliğin nasıl aydınlatabildiğini düşünür ürperir gözlerine bakmaktan korkar başımı yastığa gömer yorganı üzerime çekerdim. O gözlere bu sefer korkusuzca baktım

Ve kesin kararımı verdim;

"Bir an önce toparlanıp geri dönmeliyiz!" 

Bana ait ne varsa, toparlanıp artık geri dönmeliydi. 



-Okulu bırakmamalısın !
-Kim için peki ?
-Kendin için yapmalısın bunu!
-Ben daha büyük bir üniversiteye talibim!

Küçük kağıtlara "Herkese kendilerini tanıdığım için mutlu olduğumu ve bundan sonraki hayatları için başarı" dileklerimi yazıyor sabahın en erken saatinde onlar derin uykudayken kapıların önüne bırakıyorum. Benim ile maceralara çıkan çiçeğim "Gelin Kurdalesini" oda arkadaşım "Şehnaz"ın baş ucuna usulca koyup  ona iyi bakması için not kağıdına birşeyler karalıyorum. 

"Benim ile bir daha uzun bir yolculuğa çıkıp yıpranmasını" istemiyorum.

Kitaplarımı, arkadaşlarımın almış olduğu bir kaç ufak tefek hediyelik eşyayı, tebrik kartlarını ve yine birkaç kıyafeti doldurduğum valizimi soğuk bir manastırı andıran yurdun koridorlarında sürükleyerek yürüyorum.

Güzel anıların yaşandığı bahçeden geçerken arkama dönüp uzun uzun odaların pencerelerine bakıyorum. Acı tatlı ne varsa bir anda sabahın aydınlığında aklıma geliyor.  Bu yurda ilk geldiğimde üzerine oturduğum kayalığa bakıp "ağladığım" dakikalar geliyor aklıma. 

"Ben bir cennet istemiştim ! Burası cehennem ! " diyerek ağladığım o anlar... 



Benim için yeni maceraların başlayacağı o dakikalarda soğuk bir kış gününü andıran bu soğuk manastır bir resim tablosu gibi karşımda dururken içimi "bulamayışımın" hüznü de kaplamıyor değil... 



Bu kadar kolay olacağını kim söylemişti ki  zaten !

Sanki herşey artık yaşamak istemeyen bir ressamın tualine çizdiği bir tabiat tablosunda silik tonlar ihtiva ediyor. Derin bir hüzün içinde avucumdaki kurumuş dutları yiyorum. 


Bir öğretmen bir doktor ve yolculuğun son gününde öğrendiğim kaçak bir göçmen ile her molada her meseleden konular etrafında konuşa konuşa yolculuk nihayetine varıyor. Son gün gözüm kaçak göçmeni arıyor. Doktor;

-O'nun yolculuğu dün akşam sınırda bitti 

Diyor... Anlamıyorum.

- Nasıl yani? 
-Kaçak yolculuk yapıyordu. 
-Öyle mi ? 
-Peki hayallerine kavuşacak kadar  güven içinde midir sizce?

Doktor hafif tebessüm ederek

-Merak etme...Onlar bu şeyler karşısında tecrübe sahibi olmasalar bu şekilde yolculuk yapmazlardı.

diyor bana...

Bir an O'nun için endişeleniyorum. Çünkü hayalleri için yolculuk yapıyordu ve hicbirsey bu güzel hayalleri gercekleştirmesine mani olmamalıydı. Zenginlerin dünyasında güçlülerin hakimiyetinde fakirlerin ve zayıfların ne olursa olsun hayallerini gerçekleştirme hakkı ellerinden alınmamalıydı. Ve O başarmalıydı.

Umarım başarmıştır...



Aileme sürpriz olsun diye haber vermemiştim. "Acaba kızacaklar mı ? " diye düşünmeden de yapamıyordum. Öyle ya gitmeme hiçbir zaman taraf değillerdi ama hayat benim olduğu için kararıma da saygı duymuşlardı.

Kapıyı annem açtı ve  beni gördüğünde dünyalar annemin oldu.

Bana sarıldığında

-Baban sabah kızımız geliyor demişti de inanmamıştım.

diyor...

Hemen salona yönelip babama koşuyorum. Ellerine sarılıp öpüyorum babamın. Her halimi besleyip büyüttüğüm çiçekten anlayan babam şehre girer girmez geleceğimi de hissettiğini söylüyor...

Evde olmak ne güzel...

Aradan  bir kaç ay geçtikten  sonra "İstanbul'da büyük bir deprem " oluyor...

O sıralarda ben  bütün bu arayışların yılgınlığı altındayım. Nasıl olacak, nasıl gelişecek...bildiğim bütün şeyleri birleştiriyorum...ama hep korktuğum oluyor...işin sonunu hep kapalı bir alan belirliyor. Öyle ya bunca zaman geçmesine rağmen hiçbir şeyin olmamasını da bu durum mantıklı kılmıyor mu?  Ve benim en büyük korkum da bu. Bu gerçekten hep kaçıyorum...



* * * * *

Dalları göğe doğru gövdeleri kocaman uzun ağaçların olduğu bu ormanda  yürümek ve korkmadan ilerlemek mümkün mü ? Her an kalbiniz yerinden fırlayacakmış gibi. Bazen güzel şarkıların mırıldandığı su birikintilerinin etrafında dünyanın en güzel kadını, bazen ağaçların arasında kafası insan hızlıca koşan bir arap atı, bazen her an herşey olabilecek birşey...

Ayağımın altında kırılırken beni bile ürküten sesler çıkaran  küçük kurumuş ağaç dallarına takıla takıla ilerliyorum. Uzaktan gelen melodi bir yandan beni çekerken insan kafalı at bir anda önümde şaha kalkıp duruyor...

-"Nereye gidiyorsun ?"
-"Gizemin en derin yerine ?"
- "Sırtıma bin !"

Deyince, bir an da kendimi atın sırtında buluyorum. Bir yandan ormanı gezdiriyor bir yandan da bana "Ormanın" esrarını anlatıyor...

- "Peki "

Diyorum..

-" Sence bu dağdan kurtulabilecek miyim?"
- "İşte orası senin gizemi çözme kabiliyetine bağlı"
-"Ya çözemezsem !"

İnsan başlı at başını çevirip bana şöyle bir  bakıyor...

-"Buraya kadar gelip dönmek olur mu hiç !"

Galiba kızıyor ve beni küçük bir göletin yanında sırtından indiriyor.

Ben kendi kendime homurdanırken belkide cennette olabilecek güzellikte bir kadın geliyor yanıma.  Ve bana

-"Kendi kendine ne konuşuyorsun ?" 

diye soruyor..

Başımı kaldırıp suratına bakıyorum. O güzellik karşısında bir erkek olmadığıma dua ediyorum o an.  Anlıyor...

-"Hiç işte... Olan biteni anlamaya çalışıyorum. Ve kafam karma karışık. Söyler misin ? Bu daha ne kadar böyle devam edecek ?

-"Bunun cevabı sende...uzatan sensin kısaltıcak olan da sen..."

-"Anlamaya çalışıyorum, anladım gibi gibi sanki...ama neyi anladığımı bende henüz bilmiyorum..."

Güzel kadın gülümsüyor...

-"Nasıl yani ? Bunların hepsi ben istediğim için mı oluyor şimdi? "
-"Hayır "

dedi güzel kadın

-"O" istediği için oluyor...

Ayağa kalkıp kadının boynuna sarılıyorum

- "O" nerde peki ? diye sorunca

"Gülümseyip" ortadan kayboluyor...

* * * *


SEYİS: Ata bakan, atı terbiye eden, temizleyen: 130.
Tayy-ı Mekân: Mekânın-mesafelerin hayâl süresinde katedilmesi. Bir ânda “uçmak” tâbir edilen mesafelerin aşılması. Bir adamın muhtelif yerlerde görünebilmesi - bu mânâlarda anlaşılmak üzere, mekânın kalkması: 130.Kul: “De, söyle, bildir!” mânâsında emir: 130.
Hayâl: Ezel ve ebed arası maddî ve manevî topyekün varlık ve oluşu kapsayıcı ve mahiyeti ebediyen kuşatılamaz HAKİKAT ile İNSANOĞLU arasındaki biricik vasıta - ki, ALLAH ile KULU arasında vasıta da Allah’ın mahlûku ve Allah’tan: 641.
Mir’at: Ayna. Meşhur bir cins lâle. (Lâle: 66: Allah… Ayna’nın, tecelli eden ve tecelli edilen mahiyeti; İNSAN’ın zâhirî ve “ezel ve ebed” bahsinde geçen bâtınî NEFS hakikati.): 641.
Mer’et: Kadın. (Nefs. Doğuran, çoğalan.): 641.
*
Halat: Kalın gemi ipi. İp. (Gemi: Nefs… Akl: İp. Akıl. Ölüm. “Akıl mahlûktur”…): 640.
Muhh: Beyin. İlik. Cevher. Madde: 640.
Hâlide. (Hâlid’in müennesi.): Sonsuz: 640.
Hulud: Ebedîlik. Bir şeyin aslî hâleti üzerine daim olmak: 640.
İrtihal: Ölmek. Bir yerden bir yere gitmek, göçmek. Ölüm: 640.
Tansis: Bir meseleyi ŞER’İ hükümlere isnad etmek. Tetkikten sonra karar verme. (İstikra’: Çeşitli şeylerden umumî hüküm çıkarma… Hasr: İhata etme, kuşatma. İçine alma.): 640.
Naiye: Ölüm haberi götüren. (Ney-Kâmil insan: 60: Sin-“Ey insan!” mânâsında Allah Resûlüne işaret olarak Kur’ân’da geçer. YASİN Sûresi hatırlanmalı. Bir harf olarak ebced değeri de NEY’e tevafuk eden.): 135.
Fedakil: Emirlerin büyükleri: 135.
Felke: Ayın dolunay şekli: 135.
Sea: Güç, iktidar: 135.
Lehak: Çok beyaz. Öküz. Sevr: 135.
*



*

HAYYAL: At terbiyecisi, at yetiştiren. (Hayyale: Fikir sahibleri. Fikir adamları.): 641.

Kassam: Hayrı çok olan kimse. Yorulmuş, mahzun kimse. (Dünya, mümin için ayrılık ve gurbettir - Ahireti kazanma yeridir… “Bu din garib geldi, garib gidecektir!”; imân bu dünyadan değildir… Bu hususlar, İNSANLAR’a “eşya ve hâdiseler karşısında, meseleleri karşısında” zavallılığı telkin etmek değil, İSTİKBÂL sermayesinin HALİHAZIR’da bulunduğunun, EBED sermayesinin HALİHAZIR’da ve DÜNYA HAYATI süresinde kazanılabileceğinin ihtarıdır.): 641.
HAYL: At. At sürüsü. Zümre. Düşünmek, hıfzetmek: 640.

*
Sahil: AT kişnemesi. (Horse: At. Süvari. Kamçılamak… Ahadid: Kamçı izi… Ahad: Ehad. Bir… Ahad: Birden dokuza kadar sayılar.): 135.

*

Aslı İDRİS Aleyhisselâm olan İLYAS Aleyhisselâm’a LÜBNAN Dağı’nın yarılıp açılmasıyla bir AT TEMSİL olması, O’nun bu AT’a binerek ŞEHVETSİZ AKIL olması”; yeryüzünün hayâlî hakikati üzerinde, bu görüş-hâl, yeryüzü dileklerini ifâde eden ŞEHVET’in kalkmasıdır ki, AKIL-RUH’un mahiyetidir. Bunu, Aklın “Ruh” mânâsı dışında, hasselerden gelen bilgiyi değerlendiren AKLIN bu yönünün tabiî olarak olmayana bakılamayacağı gibi bir hakikatle, doğrudan ruha âit yönünün belirtilişi diye de görebiliriz. Allah’ın her varlıkta O’na mahsus bir Saltanatla görünmesi hakikatine binaen bu mertebede, artık TEŞBİH’e mevzu kalmamış olarak O, yalnız “Allah’ı tenzih” üzeredir… AT’ın “hayâl ve fikir” mânâsına nazaran, ATEŞTEN AT, Hayâl Nuru’dur… Süvarisi, doğrudan Allah’tan alıcı olarak O’ndan gayrını hep tenzihte; bu hikmet, İDRİS Aleyhisselâm’da tecelli etmiştir… Toprak seviyeli saf tefekkürde karşılığı, “ifrat hâlde tecrid!”… Haddi aşan tecrid, eşyanın elden kaymasıdır ki, toprak seviyeli insan ve toplum meselelerinin halli davasında, boşluğa yuvarlanmaya benzer… HIZIR Aleyhisselâm’ın, zaman ve mekân kaydı ile sınırlı olmayarak İMDADA yetişip HİMMETİ meselesi ve bunun hâlâ devamı inanışı ve görüşü, HAYAL ve HAYAT ilgisi’nin, hem içyüz ve hem de dışyüz mânâları çerçevesinde düşünülmelidir.
HAYÂL ATI bize, uydurma –uyduruk– hayâlî ile, bir nesnenin veya nesnelerin içyüz hakikatlerinin, nesne veya nesnelerde tecelli eden hakikatlerin içyüzlerinin, yahud mücerret hakikatlerin, cesetlenme-canlanma şeklindeki sözkonusu ruhî hayâlîliklerinin aslı meselesini de göstermektedir… Bu ruhî varlık, kendini tezahürlerinde belli eder surette de olabilir; kelâmı duyulur, hareket ettirmesi görülür, lâkin kendi görülmez… Tasavvuf Lûgatı’nda, “el-cesed”: Beden. Nurdan veya ateşten yaratılmış ve her cisimde ortaya çıkan ruh… Biz bu tarifin, bedenin kendine mahsus bâtını hâlinde, onun cin-yâni gizli ve sırrî can mânâsını daha önce gördük; namazın cesetlenmesi, dua keyfiyetinin şuur sahibinde bir şahsiyet olarak cesetlenmesi, Allah’ın emriyle Hazret-i Ali’nin onu arayıp bulması meselesini de… HAYAL ve HAYALÎ’nin her nesne-suret’in hakikati ve Allah’a eriştiren bu nur ve ruh, nurî ve ruhî vasfında[n] sonra, “biz eksiklerin süsü” şiir plânındaki sanatlarda hayâl ve hayâlîlik, benzer vezninde canlandırılır, işitilir, konuşturulur, hareket ettirilir, hareketi görülür, nihayet bunlarda bir keyfiyet canlandırılmaktadır olur… Bu idrak, toprak seviye ile ruh âlemi arasında bir BERZAH’tan… 

*

Üstadım’ın “AT’a Senfonî” isimli eserinde, “bir kahramanın ruhu eritilip kalıba dökülse, AT şeklinde çıkar!” diye bir cümle. Morgda yatan DİVAN Edebiyatımızda, bilhassa NEFÎ’de, şu dünyayı NEFY edici bir hayâl baskınlığı ile “kıvılcımlar saçarak YEL gibi giden ATLAR” tasvirleri… RİH: Yel, rüzgâr. RUH… Günümüz dünyasının hız ölçüleri içinde adeta ruh gibi sümsükleşmiş şu “modası geçmiş” diye yüzüne bakılmayanın, “modern cühelâ”ya gülen hâline bak. HAYÂL bahsinde AT yerine UZAY GEMİSİ’ni koyabilir misin? Kelimeler, mânâların suretleri ve ruhun ifâde vasıtalarıdır; onun başlıbaşına bir ruh davası olduğunu, bir hayatiyeti olduğunu bilmiyor musun? Ruhun kökünden bir mânâ oluşunu, şiirin de onun özünden oluşunu, ŞİİR İDRAKI davasını? Şimdi “gemi yelkenlerimizi” indirelim: Kuru bir “şanlı geçmiş” tekerlemesi, “örfümüz, adetimiz” nakaratı, içi boşalmış kelime ve kavramların arkasına saklanmayı bırakarak, mazi ile istikbâl arasında BERZAH olan HALİHAZIRIMIZDA yepyeni olan ruh ve anlayışa uygun olanın MÜBDİÎ olmaya bakalım: YAŞAMAK İNSANÎ MEMURİYETİMİZDİR, herşeye rağmen. Bunu hakikatiyle vazeden… Sahib olunması ve sahib çıkılması gereken üç şey AT, AVRAT, SİLÂH… AVRAT: Kadınlar. Gizli yerler. Gizli zamanlar. “Avra-Kör kadın. Kör fikir. Yalnız dünyayı düşünen nefs”: 676

*

Tekrar: Bir kahramanın ruhu kalıba dökülse, ortaya AT şekli çıkardı… AT, İnsan’a en yakın olan, hayvan ufku; rüyâ gören… İNSAN’ı, insan diye tanıyan tek hayvan… Yavuz Sultan Selim’in, Mısır Seferi’nde, ÇALDIRAN savaşında, bir ara âni bir boşlukla 14-15 askerle kuşatılması, bu çatışmada hepsini tepeledikten sonra atından inip, “seninle iyi iş başardık!” demesi, AT ve İNSAN uyumunun ne kadar BİRLİK olabileceğinin güzel bir misâli; iş artık atı yönetmekten çıkmış, onunla hissi beraberlik içinde anlayışa dönmüştür. Ânı ânına yaşanan ve karşı tarafa tepki veren yekvücut hâlinde!   (*)

NESLİHAN DAĞCI

(*) Salih Mirzabeyoğlu Ölüm Odası B-7 "Hadiselerin İç Yüzü"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Kim, Kim"dir -Horuzun Öttüğü Vakit - (2.Bölüm)

Günümüz Müslümanlarının en büyük problemi Hz.Mehdi asm var mı yok mu düşüncesi. Kur'anı Kerimi aklı ile anladıktan sonra ''Peygamber''e de luzum bırakmayan bir topluluk için elbette ''Melhameler'' yani meydana gelen hadiselerin bir önemi yoktur.  Tıpkı ''Meteryalist'' kafadakilerin bunlar ''Metafizik'' saçmalıklar diyip kestirip atması gibi. Peygamber''e luzum ve ihtiyaç bırakmayan yani ''Peygamber''siz İSLAM, daha doğrusu ''Diyalogçu'' zihniyetindeki adamlara aradan ''Peygamber''i çıkardığında İSLAM'da kalmaz dediğinde ''aval, aval'' suratına bakar. Bir kişinin ''Müslüman'' olması ancak ve ancak ''Peygamber''e BİAD ile mümkündür. Kur'anı Kerimde ''Allah ve Resulüne'' itaat emri bunlara uğramamıştır. Peygamberi aradan çıkardığında ''ŞERİAT''e kalmaz. ŞERİAT Peygamber a...

GÜNDEM MAK-ARASI

KIY-AMET  / GÜL-MEZ Sayın Okuyucular Bugünlerde her ne yazsam gündem öyle bir hızla değişiyor ki ne diyeceğimi ne konuşacağımı şaşırıyorum. Sanki bütün dünya birleşmişte beni yalancı çıkarmak için uğraş veriyor. Tam bir -BAŞ-MAKALE yazıp ünlü olayım diyorum, bi bakıyorum bir anda gündem değişiyor. Benim dediklerim çöpe gidiyor tabi. Şimdi nerden çıktı şu Mescid-i Aksa ? Ne güzel konuşuyor yazıyor çiziyor size de bal gibi okutuyordum. Ben ne talihsiz adamım hiç mi hayatımda bir gün bile yüzüm Gül-meyecek ! Anam adımı Tayip Gülmez koymakla bana kötülüğün en büyüğünü etmiş mi oldu şimdi? Gerçi anamın ne suçu var  Dünyada  artık öyle şeyler oluyor ki, kim olursa olsun YALAN söyleyen herkesi hiç abartısız ANLINDAN mıhlıyor. Ve söylediklerini boşa çıkarıyor. Ne kadar PUTU dikilmiş heykel varsa bir bir yıkılacak bir zaman diliminin içine düştük sanki. Bende kalem sallayan halkın aklına üfleyen bir sanatkar olarak galiba böyle bir PUTSAL duruşun yı...

AYASOFYA

'Beytu'l-Makdis'in imarı Yesrib'in harabıdır. Yesrib'in harabı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame İstanbul'un fethidir, İstanbul'un fethi Deccal'in çıkmasıdır!' buyurdular. Sonra elini (Resulullah), konuşmakta olduğu kimsenin (yani Hz. Muaz'ın) dizine vurdular ve: 'Bu söylediğim kesinlikle hakikattir. Tıpkı senin burada oturman hak olduğu gibi.' buyurdular." Hz. Muaz burada kendisini kasdetmektedir. (Yani Aleyhissalâtu vesselâm'ın konuştuğu ve dizine elini vurduğu kimse Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh)'dir.)" [Ebu Davud, Melahim 3, (4294). Beytu'l-Makdis, Mescidu'l-Aksa denen Kudüs şehrindeki mukaddes mesciddir. Bugün orada "Süleyman Mabedi inşası için kazılar yapılıyor, Mescidin altı oyuluyor. Orada yaşanacak bir çökme veya bu kazı çalışmaları yeniden imar anlamına gelebilir. Kudüs'ün başkent ilan edilmesi bu işlemin hızlandırılması anlamına geliyor olabilir. Yesrib, Medine-i Münevv...