Ana içeriğe atla

YAĞMURCU (16)







Kızlar Resul a.s.m'in "Doğum Günü Münasebeti" ile alakalı bir program hazırlamışlar. Bana programda konuşma yapıp yapamayacağımı sordular. Teklif için tşk edip kabul ettim. İlk kez bir topluluk önünde konuşma yapmanın heyecanını​ yaşamıyorum. Resul asv'mi doğru dürüst anlatamamak hataya düşmek korkusu var daha çok içimde.

Bir kağıda Doğumundan Mücadelesine kadar bildiğim ne varsa döküyorum. Bizim için Resul a.s.m tavır ve duruşundaki mananın idrakinin önemi, O'na bağlılığın Ashabta görünen yüzü bunun nasıl idrak edilmesine ve bizde oluşturması gereken bilinç, O'nun ahlakinda ki yuksek meziyetler bu meziyetlere ulaşılmanın mevzusu yeryer yaşanmış rivayetler eşliğinde O'na bağlanmanın Allah'a giden yol olduğuna dair beyan ve bu noktanın anlaşılmayan tarafları, o noktaların anlaşılmasına dair ipuçları. Bunların etrafında uzunca bir yazı.Hepsi birbirinden güzide seçkin Ashablar ve onların etrafında vuku bulan bir kaç mezuya değiniyor ve baglilikta son hadde örnek olması bakımından Hz. Talha Bin Ubeydullah'ın Uhud savaşında ki tutumundan bir kareyi not ediyorum.

Salon tıklım tıklım ve dinleyicilerin çoğu Türkçe bildiği için tebliği Türkçe veriyorum. Türkçe bilmeyenler için Farsça çeviri yapan arkadaslarda orada hazır bulunuyorlar. O gün ozel bir gün olduğundan beyaz uzun ve genişçe sade süssüz bir elbise üzerine mavi uzun esarbimi  yine yakalarimdan aşağıya sarkitarak bağlıyorum.

Ve konuşma Hz. Talha Bin Ubeydullah  noktasına geliyor.

-Arkadaşlar, annesinden eziyet görmesine rağmen Hz. Talha r.a  Allah Resulune bağlılıktan taviz vermiyor. Bugünün gençliği babasının anasının sözü üzerine liderine bağlılıktan söz ederken utanıyor mu acaba ? Hz. Talha ticaretle uğraşan zamanın zengin sayılacak kişilerinden biri olmasına rağmen rahatligin peşinde değil ! Şimdi azıcık rahatlık görenin aklına dava bile gelmiyor ! Ve Hz. Ebubekir r.a vesilesi ile Müslüman olduktan sonra o mal ve serveti Allah Resulunun davasına harcıyor ! Şimdi kim üzerindeki ceketi satarda al kardeşim bunu bu yolda harca der. Bekliyorlar ki başkaları versin ! Böyle bir Talha böyle bir şehirde,   yaşamış olduğu zamanın çarpık ve kirli ilişkilerine  karşı "Doğru budur diyen ! " Peygamberi duyunca Annesinin eziyetlerine rağmen "İnandığı davadan" vazgeçmiyor!" En sonunda annesinin de İmanına vesile ! Bugün çevrem ne der Anam babam razı gelmez korkusu ile davasından yüz çevirenler bakın birde örnek alinmasi gereken Ashabın tavır ve davranışına. Bu şuura burunmeden davasının kazanmasını bekleyen yanılıyor olabilir mı ?

-Evet işte böylesine davasına bağlı olan Hz. Talha Uhud savaşında o bağlılığın nasıl olması gerektiğini bir kez daha tarihe not düşüyor ! Hz. Ebubekir'in Uhud savaşı için "O tamamıyla Talha'nin günüydü !" dediği, Hz. Peygamber asv'min "Her kim yeryüzünde yürüyen bir şehide bakmanın hazzını duymak istiyorsa Talha'ya baksın. ! dediği...

O anda benim ses gidiyor. Nefes kontrolü yaparak sesimi düzeltiyor ve devam ediyorum.

-Ahzap süresi 23. ayetteki "Ahdini yerine getirenler kimdir ?" diye sorulunca "Talha Bin Ubeydullah onlardandır" diyen Hz. Peygamber asv onu taltif ediyor !

Bir anda salondan ağlama sesleri uğultu halinde sesime yankı yapıyor. Hanımı Razikinin melekleri adını takdigim Afganlı kardeşlerden biri önüme ses kaydedici koyuyor ve içine bir kased yerleştiriyor. Konuşmaya adapte olduğum için bunun neden yapıldığını düşünmeyi sonraya bırakıyorum ve  devam ediyorum ...

-İste size bağlılık işte size bu yolda şehadet şuuruna o şuurun nasıl olması gerektiğine  bir örnek !  Evet Hz. Talha ama O'nu anlatmadan önce tek ayağı aksak ve dört oğlunun hepside Bedir'de Peygamber asv ile savaşa çıkmış ancak durumundan dolayı Peygamber asv'm savasmamaya  musade ettiği Cemuh r.a.  Oğulları bunu belirtince O Peygamber asv'ma gidip "Ben  şehit düşmek  ve şu aksak ayağım ile  cennette Senin ile dolaşmak  istiyorum,  bu isteğime Peygamber izin vermez mı ? diye soruyor.  Peygamber asv. Savaşa çıkmasına izin veriyor ogullarinada mani olmamasını söylüyor.  Hangimizde şehitliğe ve cennete  Amr bin Cemuh gibi tutkuyla baglanis  ve hiçbir engelli tanimamazlik var.  Ordunun içinde küçük yaştaki erkek çocukları Peygamber asv geri çevirince boyu uzun gozuksun diye parmak uçlarına basıp uzun görünmeye çalışan Rafı bin Hariç, iyi ok attığı için orduya alınıyor. Şimdi onbeş yaşında duvarlara aşk sözleri yazan uzun boylu erkekler ruhlarindaki kısalığı gormeliler öyle değil mı? 600 kişilik yardıma gelen Yahudi ordusunu Peygamber asv. "Onlar müslüman oldular mı ?" diye soruyor, "olmadılar" cevabı gelince onların yardımını Peygamber asv.red ediyor. Böyle bir hazırlıktan sonra meydan savaşı kazanilinca Aynen tepesindeki okçuların meydandaki mücahitlere katılmak için yerlerinden ayrilmalari yüzünden arkadan saldırıya geçen Kureyş ordusu savaşın yönünü bir anda çeviriyor. Liderin sözüne uymamanın getirdiği bu sonuç karşısında Peygamber asv.mın etrafını müşrikler sarıyor. İşte Hz. Talha r.a bu esnada göğsünü Peygamber asv. siper ederek 70 kılıç ok ve mızrak darbesi alıyor kollarından birini Peygamber asv'ma gelen oka siper ettiği için kaybediyor. Lidere bağlılık uğrunda ölümü göze almak nasıl olur anlıyor musunuz ?  Bağlı olacak lider vasfida görülüyor dur umarım !

Der demez salonda ki uğultu ağlama sonra hickiriklara dönüştü. Öyle yüksek sesle ağlamaya başladılar ki ben bile hayrette kaldım. Birbirine sarılarak ağlayan kendinden geçen mı diyeyim. Doğrusu hiç böyle birşey beklemiyordum. Sözlerimi bitirmek için aglamanin bitmesini beklerken gittikçe arttığına şahid oluyordum. Böyle bir ortamda sözlerimi zar zor tamamlarken günün anlamına bianen yapılması gerekeni yapmaktan dolayı mesudum.

Konuşmadan sonra özellikle Azerilere soruyorum.

-"Sizi en çok etkileyen neydi ? Niçin bu kadar çok ağladiniz ?"

-Sen şehadetten bahsedince aklımıza şehit düşen gençlerimiz geldi !

15 ve 16 yaşında Şehit düşen gençlerden söz edince ve yaşanmış acıları insan tepkisiz kalmıyordu. Yaşayan anlayabilendi işi .

Tebliğden üç saat sonra idare beni çağırdı.

Odaya girdiğimde Üstad Haşimi'nin kızarmış ve şaşkın surat  ifadesini görünce tuhafladim. Masasında tebliğde önüme konulan kayid cihazı vardı. Tam içeri girdiğimde stop düğmesine bastı. Korkuluk abidesi hanımı Raziki ve diğer hocalarda orada hazır bulunuyorlardı. Neler olup bittiğini suratlarına bakarak anlamaya çalışıyordum. Ortam gergin olmasına karşın gayet sakindim. Sanırım bu sakinligim korkuluk abidesi Razikiyi dahada sinirlendiriyordu.

Üstad Haşimi

-Kizlari niye ağlattın ?

diyince mevzu anlaşıldı.

-Hz. Peygamberden söz ettim, bundan etkilenip aglamayacak Müslüman yok ki...
-İyi ama ağlama çok siddetliydi?
-Peygamberin hayatından başka birşey anlatmadım,
-Evet kasedi dinledim...

Elini pause düğmesine basıp aglamanin en şiddetli kısmında durdu.

-Burda ne anlatıyorsun ?

diye sordu ? Bende...

-Ashabi

Diyince Hanımı Razikiye dönüp

- Dediğim gibi bende farklı birşey bulamadım.

Dedi.

Gözlerime inanamiyordum. Üstad Haşimi'yi bile deniyor O'nun bile sözlerinin doğruluğuna inanmiyorlardi.

"Ben nasıl koskoca salonu aglatmisim !" Koskoca guya İslam devleti İran bunun peşine düşmüştü.

Akşama doğru yurda dönünce odamin  kapısını açtıgimda  kapı ileri gitmiyordu. Birşey sıkışmıştı . Zorlaya zorlaya kapıyı açtım. Birde ne göreyim bir mektup. Açıp hemen okudum.

Beni nazikçe uyaran Türkiye uzantıları artık orada son günlerimi yaşadığımı bana üniversite hayatımın biteceğini ve bavullarimi toplamami ögütluyordu.

Bir ay bile sürmedi bavulunu toplatıp Türkiye'ye geri gonderdigimde üstelik tehdit etmekten dolayı üniversite hayatida bitmişti.

Allah'a sırtını dayayani hiç bir güç mağlup edemezdi. Doğru ve dürüst olanı mazlum birakilmissa Allah hiç terk edermiydi ? Biz anlattiklarimizi yasiyarak ögreniyorduk.

*

Bazen mum ışığında birşeyler yazıyor onları mavi ve kırmızı klasorlerde dosyaliyordum. Aynalı geldiği zaman okuyor onların üzerinden konuşuyorduk. O gün pilav yapmıştım bir tabakta O'na gönderdim. Bazen resim yapıyor yine O'na gönderiyordum. Bazen şiir yazıyordum. Bir resim yaptım bir resim daha sonra bir resim daha onu gözyaşlarımın altında çizmiş ne kadar dikkat etsemde islanmasina mani olamamistim. Bütün ömrüm boyunca peşinden koştugum hakikate kavusmama mani olacağını söyleyenler vardı. Bir şiir yazdım. Dedim ki

-Beni bu yola Nebiye hasret düşürdü !

Tam unlemi koyarken kapı gümbür gümbür çaldı. Nerdeyse yerinden sökülüyordu. Bu kimdir diye kapıya yönelirken kapının altından sızan ışık korkmama neden oldu. Kapının öbür yanında beyaz bir elbise içinde yüzü olmayan ama başında örtü olan biri ! Aman ya rabbi !!! Bu O'ydu ! Elini uzattı ! İncecik narin bil el. Bana

-Benim ile gel dedi !

Hiçbir gün o kadar korktugumu hatırlamıyorum. Bana soranlara dedim ki, bu iş insanın kendinden değil. Kalemi bile tutan sen değilsin. Yazdıran "O" söyleyen "O" gören "O" ! Bu yolda samimi olmak gerek. Onca kusurun hatan varken nasıl kendinden bilirsin. Peki ama bu kadar yanmaya karşı neden hicbirsey olmuyor dersen, derim ki "Bu nasıl yanma ! Hiç olmazsa O'nu sevdiği için sana kış demiş adamı af etmen gerekmezmiydi ? O'nun sevdiğini sevmedikce nasıl yandım dersin ? Sana bunca şeyi yaşattığı halde O'nu sevmekten vaz geçmiyor peşinde kosturuyorsun. Onca ezasina ragmen O sevgiliden vaz gectin mi ? O halde, senin gibi eksik ve kusurlu bir Bendi hakir görmeye devam eden burun kiviran o kula karşı nefsini yelleyen onu görmezden gelen de  sen, niye seni görmeyen sana ufak birşey yapana hemen  kızıyor küsüyorsun ! Bu nasıl yanma ki kendin gibi aciz bir kula tahammül edemiyorsun? Birbirinizi sevmedikce bütün yanmalariniz, birbirinizi af etmedikçe bütün aşklarınız yalan olur. Hiç olmasa sevgilinin hatrina böyle olman gerekmez mıydı ? Sonra uçmak istiyorsun semavi ülkelere...Yalan ! Niye yaniyormuş gibi numara yapıyorsun ? Hem sonra bu taklid halin ne ?  Samimiyetle yapılan bir işin benzerini yapmakla bir gönüle taht kuramazsin. Tiksinti den başka birşey vermez bu halin. Sanki  O seni konuşsun diye mı yapiliyor bu. Şunu yapiyimde benide yazsın ! Böyle diyen adam deli değilde nedir? Sonra ucacakmis gökyüzünde ! Hangi kanatla ?

Sahte ile gerçek

Herkes "Leyla" olamaz ki !

Sonra;

Aynalı bana "Leylay"ı anlattı...


*


Yakınlarımın getirdiği bir kitab: ANLATMAK İÇİN YAŞAMAK. Lâtin Amerikalı, Gabriel Garcia Marquez isimli yazarın eseri. Takdiminde şöyle bir cümle:
— “Hayat, insanın yaşadığı değildir; aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır!”
*
Bu söz, ilk ânda “yazarca ukdeli bir söz” söylemeyi andırsa da, gerçekte belki onun kasdını da aşan bir mânâda derindir ve bir yönüyle hayatı İBADET için görmeye kadar gider. Hayat zaten bütünüyle, Allah’ın kuluna hatırlattıklarından ibaret; bu asıl içinde de, malûm hatırlama keyfiyeti, derin bir tecridte, kendini bu hikmette ve onun için bulur. “Zaman, kadans dedikleri ahenk helezonuna, vakıaların posasını değil de, keyfiyetini yerleştirmekten başka GAYE tanımaz!”
*
Zamansız ve mekânsız olarak “geçmiş” hafızamızda, sabahtan akşama değişen ışık altında bir albümü seyreder gibi, geçen zaman boyunca değişen hatıralarımızı hayâlde canlanmış olarak seyrediyoruz; ve tahayyülle tasarrufta bulunarak, geriye ve ileriye doğru düzenliyoruz. Anlatma’nın düzeni “anlatmak” için de, “nasıl” hatırlamak; ruhun, ruhîliğin işi. Hatırlamak da ruhî bir aksiyon!
*
Suyu elekten geçirircesine yaşadığımız günlük hayat talâşesinden, aradan seneler geçince kalan ne? En entipüften takılmış olanlarıyla beraber, içinde bulunduğumuz ânda hatırlayabildiklerimiz neyse o. Onlar da, geçmişimizi hülâsalandırmanın dama taşları.
Aradan 8 sene geçti. Metris Cezaevi’nde iken arkadaşlara teselli babında sık sık söylediğim ve gerçekten çocukluktan beri çok derinden duyduğum bir sözü, yağmur altında sırılsıklam tur atan üç kişiye hitaben söylüyorum:
— “Bakın şimdi, şu şartlar altında yağmurda ve düşüncenizin kıyısında dışarıda olmak isteği, yürüyorsunuz. Dışarı çıkacaksınız ve çok büyük bir ihtimâlle şu ânı ve hâlinizi hatırlamayacaksınız bile. Bak uyarıyorum da; bu ânı unutmayın!”
Canlı adama mezardaki hâlini anlatmaya davranmak gibi, canlı şimdiye, geçmişini hatırlatmak ve hissettirmek, çoğu zaman zor oluyor. Nitekim üçü de, bütün hasseleriyle yaşadıkları o ânın canlılığı içinde, sözüme şübheyle bakarlarken, hiçbirinin sözümü hatırladıklarını sanmıyorum. Muhtelif kimselere, muhtelif defalar söylediğim ve hiçbir resim kalmayan sözümü, sözkonusu üç kişiye bir resim kalsın diye çok ısrarla telkin etmeye çalıştım; ama biri hariç, ikisinin ismini ve resmini ben bile unuttum. Mevsim kıştı ve akşamüstü idi, hepsi bu.
Mevsim yine kış ve o günden bugüne 8 sene geçti; yeni yılın 5. günü Cuma gecesi ŞEHİR’deki farelerin verdiği rahatsızlık altında bu hikâye edişe başlamama vesile kelimeyi buldum: BELİNOGRAF... Yâni telefon hatlarıyla fotoğraf, şekil ve yazıyı, uzak mesafeye nakleden cihaz.(1)

*

Yakaza. (Zel ile): Uyanık hâlde, daha uyanıklığı ifâde eder, keşif ve olacak olanın idrak edilmesi, kendinden geçmeye benzer ruhî bir hâl: 812.
 Habir: Haberli. Âlim. (Allah’ın 99 güzel isminden biri, EL-HABİR: Kulunu imtihan edici.): 812.
 Şah-ı Nakşibend: (Hacegân Silsilesi’nin 16. Büyüğü.): 812.
 Zâbit: Askere kumanda eden rütbeli asker: (Üstadım: B.D., İslâm’ın emir subaylığıdır!): 812.
 Ahyar: Hayırlılar, dostlar: 812.
 Müteşa’ab: Şube ve kısımlara ayrılmış olan: 812.
 Hurze: Dikiş. Bitiştirmek. Bitişik etmek. (Ratk.): 812.
 Müteberki’: Peçelenen, maskelenen: 812 


Sakat: Eksiklik. Mânâda, insanın tekâmül etmesi gereken nefs yönü. Kendini bilerek, İNSANÎ HAKİKATİ yerine getirme imkânı: 169.
 Rahman Sûresi, 19-20. âyetler: 169.
 GUSTO: 169.
 Mehdî - Alî: (Üstün, yüce, çok büyük, meşhur, NECİB mânâlarına gelen ALÎ, Peygamberlerden İSMAİL Aleyhisselâma nisbet edilen hikmettir. Bunun sebebi, O’nun, Allah Sevgilisi’nin ruhaniyetini hamil olmasıdır.): 59+110= 169.
 Mehdî - Dü nime. (İki parça. İkiye bölünmüş.): 169.
 Mehdî - SİM. (Gümüş.): (Saliha: İyi gümüş): 169.
 Mehdî - Dümus. (Çok karanlık gece.): 169.
Mehdî - Kazib. (Karada ve denizde ticarete hırslı olan.): Saf Sûresi’nden bir âyet meâli: “Ey imân edenler, elem verici bir azabtan sizi kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size?”… Allah cihada ticaret ismini vermiştir… Engels, 1858’de Marks’a yazdığı mektubta şunları söylüyor: Başka şeyler arasında, şu ânda Clausewitz’i okuyorum. SAVAŞ ÜZERİNE adlı kitabını. Garib bir muhakeme yürütme tarzı var; ama aslında mükemmel bir eser. Askerlik sanatı mı, askerlik ilmi mi demek gerekir sorusuna, savaşın her şeyden çok ticarete benzediği cevabını veriyor. “Savaş içinde muharebe, ticarette nakdî-peşin ödemenin yerini tutar: Her ne kadar gerçekte ve uygulamada peşin ve nakdî ödeme şart değilse de, sonunda herşey ona bağlıdır, bütün faaliyetlerin gayesi odur, eninde sonunda bu ödemenin yapılması gerekir, yâni kesin ve tâyin edici odur!” diyor… Ticaret: 1004= 5… Eski yazıda 5’in yazılışı “0” şeklinde. 10’lu hanelerin sıfırı, NOKTA işaretiyle.): 169.

Talih: 48.
Pilav: Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, “pirinç pilavı yerken, Allah Sevgilisi’ne salâtü selâm okumak lâzım gelmiştir; zira pirincin nuru, O’nun cevherinden yapılmıştır!” der. (Birinc: Pirinç. Pilâv: 255: Peygamber-Allah’tan haber getiren: Ecerran-İNSAN ve CİN… Arabça bir kelime, ÂRUZ: Pirinç: 208: Becrec-SIĞIR YAVRUSU: Raz-Gizli sır… Rüzz: Pirinç: 207: Kamus-Deniz. Büyük lûgat kitabı… ARUZ: Şiir vezinlerinden biri. Bir beytin birinci mısraının son kısmı. Bâtın yolunda olanların karşısına çıkan şeyler, birine arız olan iş ve ihtiyaç. Yan taraf. Yanak. Yol. Usul: 1076: Mehdî Salih Mirzabeyoğlu.): 48.
Evliya: Veliler: 48. (2)

*

Mektub: 468.
Hikmet: Sır: 468.
Veysel Karanî: (Allah Sevgilisi’ni görmeden O’na bağlanan ve Allah Sevgilisi’nin “Ben Rahman’ın kokusunu Yemen tarafından duyuyorum!” diye kendisini methettiği rehbersiz yetişmiş büyük veli; sonradan, kendisi gibi yetişenlere “üveysi mizaçlı” denmiştir.): 468.(3)


NESLİHAN DAĞCI


(1)Salih Mirzabeyoğlu Ölüm Odası B-7 ( Giriş İçin Bir Deneme)
(2)Salih Mirzabeyoğlu Ölüm Odası B-7 (Üç Tarih: 2000-2007-2008)
(3)Salih Mirzabeyoğlu Ölüm Odası B-7 (Yevmiye Nefs Muhasebesi)









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Kim, Kim"dir -Horuzun Öttüğü Vakit - (2.Bölüm)

Günümüz Müslümanlarının en büyük problemi Hz.Mehdi asm var mı yok mu düşüncesi. Kur'anı Kerimi aklı ile anladıktan sonra ''Peygamber''e de luzum bırakmayan bir topluluk için elbette ''Melhameler'' yani meydana gelen hadiselerin bir önemi yoktur.  Tıpkı ''Meteryalist'' kafadakilerin bunlar ''Metafizik'' saçmalıklar diyip kestirip atması gibi. Peygamber''e luzum ve ihtiyaç bırakmayan yani ''Peygamber''siz İSLAM, daha doğrusu ''Diyalogçu'' zihniyetindeki adamlara aradan ''Peygamber''i çıkardığında İSLAM'da kalmaz dediğinde ''aval, aval'' suratına bakar. Bir kişinin ''Müslüman'' olması ancak ve ancak ''Peygamber''e BİAD ile mümkündür. Kur'anı Kerimde ''Allah ve Resulüne'' itaat emri bunlara uğramamıştır. Peygamberi aradan çıkardığında ''ŞERİAT''e kalmaz. ŞERİAT Peygamber a...

GÜNDEM MAK-ARASI

KIY-AMET  / GÜL-MEZ Sayın Okuyucular Bugünlerde her ne yazsam gündem öyle bir hızla değişiyor ki ne diyeceğimi ne konuşacağımı şaşırıyorum. Sanki bütün dünya birleşmişte beni yalancı çıkarmak için uğraş veriyor. Tam bir -BAŞ-MAKALE yazıp ünlü olayım diyorum, bi bakıyorum bir anda gündem değişiyor. Benim dediklerim çöpe gidiyor tabi. Şimdi nerden çıktı şu Mescid-i Aksa ? Ne güzel konuşuyor yazıyor çiziyor size de bal gibi okutuyordum. Ben ne talihsiz adamım hiç mi hayatımda bir gün bile yüzüm Gül-meyecek ! Anam adımı Tayip Gülmez koymakla bana kötülüğün en büyüğünü etmiş mi oldu şimdi? Gerçi anamın ne suçu var  Dünyada  artık öyle şeyler oluyor ki, kim olursa olsun YALAN söyleyen herkesi hiç abartısız ANLINDAN mıhlıyor. Ve söylediklerini boşa çıkarıyor. Ne kadar PUTU dikilmiş heykel varsa bir bir yıkılacak bir zaman diliminin içine düştük sanki. Bende kalem sallayan halkın aklına üfleyen bir sanatkar olarak galiba böyle bir PUTSAL duruşun yı...

AYASOFYA

'Beytu'l-Makdis'in imarı Yesrib'in harabıdır. Yesrib'in harabı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame İstanbul'un fethidir, İstanbul'un fethi Deccal'in çıkmasıdır!' buyurdular. Sonra elini (Resulullah), konuşmakta olduğu kimsenin (yani Hz. Muaz'ın) dizine vurdular ve: 'Bu söylediğim kesinlikle hakikattir. Tıpkı senin burada oturman hak olduğu gibi.' buyurdular." Hz. Muaz burada kendisini kasdetmektedir. (Yani Aleyhissalâtu vesselâm'ın konuştuğu ve dizine elini vurduğu kimse Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh)'dir.)" [Ebu Davud, Melahim 3, (4294). Beytu'l-Makdis, Mescidu'l-Aksa denen Kudüs şehrindeki mukaddes mesciddir. Bugün orada "Süleyman Mabedi inşası için kazılar yapılıyor, Mescidin altı oyuluyor. Orada yaşanacak bir çökme veya bu kazı çalışmaları yeniden imar anlamına gelebilir. Kudüs'ün başkent ilan edilmesi bu işlemin hızlandırılması anlamına geliyor olabilir. Yesrib, Medine-i Münevv...