Kızların bağrışları bir anda odadan firlamama neden oldu? Aklımda deli sorular. Yangın mı çıktı? Bir saldırı mı oldu? Ne oldu? Can havli ile kendimi benim gibi cığliklardan korkan onlarca kızla birlikte bahçeye attım. C bloktan kaçışan kızlar yine can havliyle bizim B bloğa doğru geliyorlardı.
-Fatma ne oluyor?
-Bloğun çatısında ruh var !
-Ruh mu? Ne ruhu !
- İki gecedir görüyorum !
Tanzanyalı siyahi Fatma beyaz birşey gördüğünü boyunun şu kadar metre olduğunu çatıda yürüdüğünü vs. anlatırken Sevinç'e sorma ihtiyacı hissediyorum.
-Sen gördün mü peki?
-Dün akşam ben uçuşan pelerin gibi birşey gördüm ama biliyorsun gözlerim bozuk. Net olmadığı için birşey diyemedim.
Sevinç 13 numara gözlük kullanınca haliyle söyledikleride şüphede kalıyordu. Amacım "Ruhu" bulmak değildi. Bu kötü şakayı yapan kimdi ? Kimdi kızları böyle korkutan. Semra'ya Fatma'ya su getirmesini söylüyorum. Sonra C bloğa doğru yürüyorum. Blok boşaldı ama ortalıkta Ennare yoktu. Bloğun kapısına yaklaşınca Ennare'yi hafif sırıtarak ve elleri ceplerinde yürürken gördüm. Mesele benim için anlaşılmıştı ama bide bunu Ennare'ye itiraf ettirmek kalıyordu. Ennare'ye dönerek
-Sen ruhu gördün mü ?
-Ne ruhu ?
-Sizin bloğun çatısında birkaç gündür beyaz bir ruh dolaşıyormuş.
-Hiç haberim olmadı!
Aynı blogta ve hiç haberi olmaması zaten tuhaf bir durum. Sormaya devam ettim.
-Herkes kaçışirken sen niye bu kadar geç kaldın?
-Ben ses mes duymadım ders çalışıyordum.
-Yurt aşağıya indi senin sesi duymaman çok ilginç.
Ennare'nin sırıtması giderek gülmeye dönüşüyor el ve kol hareketlerinden de kendini ele veriyordu.
-Ennare git o kızlara nasıl bunu yaptığını anlat.
- Ama ben yapmadım ki!
-Ennare bunu yapiyordun ve bu kızlar nasıl buna inandı bilmiyorum ama korkudan nerdeyse bayilacatı Fatma. Resmen eşek şakası yapmışsın.
Ennare çok zayıf bir kızdı ve boyuda baya bir uzun. Üzerine beyaz bir çarşaf almış ve çatıda dolaşıp durmuş.
-Ah Ennare güldüğüme bakma gerçekten buna nasıl inandılar nasıl inandırdın ben ona hayret edip gülüyorum. Hiç mi belli olmuyordu yani!
Ennare kızlara nasıl yaptığını anlattı ama bu sefer kızlar "Ruh" gördüklerine o kadar emimdiler ki Ennare'ye inanmadilar. Ennare'ye mecbur kostümünü giyip nasıl yaptığını göstermesi gerektiğini yoksa bunların odalarına dönmeyeceğini söyledim.
Nasıl yapmışsa çarşafı tamda ruh şaplonuna uygun bir hale getirmiş. Üzerine atıp çatıya çıktı. Fatma'ya dönüp
-Gördüğün bu muydu ? dedim.
-Evet buydu, tamda buydu! Ennare seni varya gebertecegim !
Bir siyahın beyazdan korkması onun gerçekten ruhtan korkması mıydı? Acaba kendi ruhundaki beyazlık karşısında da böyle korkacak mıydı?
Ennare ;
-Canim sıkıldı eğlenelim dedim azıcık ne var yani ?
Evet yurdun kasfetli havasına biraz neşe gelmişti. Biraz sonra hanımı Raziki kilolu bedenini sığdırdığı siyah çadurunu ucuştura ucuştura bahçede göründü!
Asıl kara ruh şimdi gelmişti.
-Ne oluyor burda ? Sesiniz gecenin bu saatinde aşağıya kadar geliyor !
-Bisey olduğu yok ! Eğlenirken sesimiz fazla çıktı !
-Herkes odasına geçsin ! Sesinizi duymayayim !
dedi ve siyah çadurunu savura savura gitti. Ennare'ye olayı nasıl planladığını ve kızların nasıl tepki verdiğini bir daha anlatmasını istedim. Bir yandan çay içiyor Ennare'ninde müthiş taklid yeteneği ile gülmekten yerlere yatıyorduk. Sonra bana dönüp dedi ki;
-Sen ortaya çıkarmasaydın bunların hepsini keklemiştim.
*
Babamın aldığı üç tekerlekli bisikletle sitenin yolunda tur atıyorum. Artık benimde bisikletim olmuştu. Mavi koltuklu bisikletimle turlarken küçük bir kız çocuğunun mutluluğunu düşünün. Hele bide sarı saçları ve kocaman kahverengi gözleri ile şirinliği yanında sular seller duruyorsa. Mahallenin gözbebegi en akıllısı annesinide afacanliklari ile canından bezdiren.
-Yeter artık başıma erkek kesildin ! Ağaçlara tirmaniyorsun mahalledeki bütün çocukları peşine takıyorsun. Yarindan tezi yok o şortu bacağından çıkaracak ve etek giyeceksin !
Ooo annem yine birseylere kızmıştı. Böyle durumlarda hiç ses çıkarmaz dinlerdim. Sonra yine bildigimi yapardım. Canım annem hangi ara ördü elleri ile... bana bir sabah pembe pileli el örgüsü o eteği giydirdi. Etekle hiç barışık olamadım. Arkadaşlar eteğimi çok beğenmiş aynısından annelerine yaptırmıştı. Galiba iki gün giydim. Üçüncüsünde şortumu giyip yine sokağa çıktım.
-Ama anne bununla kosamiyorrum ki! Hiç rahat hareket edemiyorum!
-Bir kız olduğunu öğrenmelisin !
Nafile ben narin bir kız bebeği olamiyordum. Kibrit kutusu kagitlarinin ön ve arka yüzlerini kopartıp oyun oynadığımız zamanlarda şans hep benden yana oluyordu. Nerdeyse bir çuval kibrit kutusu kağıdım olmuştu. Tabi annem sakladiğim çuvalı bulunca bu sefer öğle uykusu cezası geldi. Her gün mavi pijamalarimi giyip uyumak zorunda kaliyordum. Bir saat uyku. Bir saat asır gibi geliyordu bana. Sonra uykumda karanlıklar içinde büyük küçük köpük beyaz baloncuklar görüyordum. Eğilip bükülen. Genişleyen daralan. Uzun bir süre gördüğüm ve hatırladığım tek şey bu rüyalar.
Bisikletimin taburesi mavi. Geceliğim mavi. Şortum mavi. Büyüyünce okul çantam mavi, ayakkabılarım mavi, kalemim mavi ve mavi en sevdiğim renk oldu.
Bisikletimi sürerken böyle güzel güneşli bir günde yolumu bir abi kesti. Yeşil montlu saçları kulak memelerini geçmiş bu abiye bakarken omuzundan sızan ışık gözlerimi kamaştırdı . Bana
-2 kere 2 kaç eder?
dedi.
Bu sorunun cevabını vermeliydim. Ve hem şirinlik hemde akıl etrafında mahalledeki namim surmeliydi. Küçücük yaşımda neler düşünüyordum. Henüz 4 yaşındayım.
Sıra cevaba gelince abinin suratına bakıp gülümsedim. O ise suratindaki ciddi ifadeyi hiç bozmadı. Sonra ne olabilir şu mu bu mu derken hissel olarak 4 rakamı çıktı ağzımdan. Abi "Aferin" diyerek yolumdan çekildi. Bana "Akıllı bir kiz" olduğumu söyledi. Ben her zamanki gibi namımı korumanın mutluluğu içinde üç tekerlekli bisikleti daha bir şevkle sürdüm. Aradan ne kadar süre geçti hatırlamıyorum, bir gün yine önümü kesip aynı soruyu sordu? Yine dört dedim. Yine "Aferin !" Diyip gitti. Bu sefer bu abiyi mahallede hiç görmediğim geldi aklıma. Acaba nerede oturuyordu ve birgün 2 kere 2 değilde başka bir şey sorarsa ne yapacağımı düşünüp durdum. Ve maalesef düşündüğüm şey başıma geldi. Bir gün yine yeşil montu içinde önümü kesip
-2 kere 3 kaç dedi?
Beni sıcak terler basıyordu, abiye gülümseyip dururken 2 kere 3 'un, 2 kere 2'den farklı birşey olduğunu ve cevabında 4'den farklı olması gerektiği neticesine vardım. Ama cevap neydi bilmiyordum. İşte şimdi itibar gidecek korkusu ile kafadan atarsam tuttururum düşüncesi ile hareket edip 8 dedim .
-Hayır
dedi. Korktum ve 7 dedim.
-Hayır
dedi. Daha da korktum. Bilmeliydim ve üst üste alakasız rakamları söylemeye başladım. Hiçbiri tutmayinca bana oyun mu oynuyor belkide cevap yine dörttür diye düşünerek
-Dört
Dedim. O hiç ciddiyetini bozmuyor aynı surat ifadesi ile "hayır" demeye devam ediyordu. Ben kıpkırmızı olmuş kan ter içinde kalmıştım. Başımı uzun boylu abiye çevirip ona ışıldayan gözlerle baktım. O işaret parmağını kaldırıp
-Sen akıllı bir kız degilmişsin, 2 kere 3 , altı eder dedi.
Bütün itibarim sıfırlandı. O kadar mahçup olmuştum ki, önümden çekilir çekilmez arkasından uzun uzun bakıp
-Ya ben 4 dört yaşında bir çocuğum, bir çocuğa bu soru sorulur mu ?
Diyip abiye hınç duyduğumu hissettirdim. Bütün günümü maf etmedi. Çünkü başka işe dalıyor bir öncekini unutuyordum. Okula giden abime ve babama bana sayı saymayı ve çarpım tablosunu öğretmenlerini istedim. Bı daha önümü keserse ona gününü gösterecektim. Babam ile abim şaşırmış annem ise oyundan başka birşey düşünmeyen kızını böyle matematik ile alakalı görünce baya bir keyiflenmişti. Babam sayıları abim ise çarpım toplosundan anlayabileceklerimi öğrettiler. O abiyi bir daha hiç görmedim. Mahalleden arkadaşlara sordum
-Böyle kocaman bir abi, zayıf esmer saçları da burada. Hiç gördünüz mü ?
-Yoo ben hiç görmedim.
Diyordu herkes. Bizim mahallede onu gören kimse yoktu. Günler geçti ama abi hala ortalıkta görünmüyordu. Bende onu beklemekten vaz geçtim. Çünkü günler geçince gelmeyen bir daha hiç gelmiyordu. Çocukken öğeniyordum bunları.
Aradan tam 12 sene geçmiş liseden artık mezun olmuştum. Henüz yeni yeni İslami mevzular ile ilgileniyordum. Bir gün kalabalık bir kaldırımda yürürken yolumu bir adam kesti. Uzun boylu esmer saçları kulak memelerini hafif geçiyordu. Üzerinde koyu kahverengi takım elbise vardı. Bana
-"Sen Kur'an okumayı biliyor musun ?
diye sordu.
-Hayır bilmiyorum dedim.
Üç kez aynı soruyu üst üste sorunca başımı kaldırıp yüzüne baktım. Zümrüde çalan yeşilimsi gözleri öyle parlaktı ki ...
Bana tebbessüm edip önümden çekilip gitti. Arkamı döndüğümde onu göremedim.
Ben büyümüştüm ama O hiç yaşlanmamıştı.
"Dost, elinize yapışıp kendisini aratmak için sizi kapı kapı gezdirir. Arayanın sonu nedir ? Aranilanı yakalamak. Aranılanın sonu nedir ? Arayanı anlamak ." (*)
*
Bana hediye edilen kalemi elime alıp ayağa kalktım. Önümde uzun bacaklı rahle üzerinde duran mavi suya yazdım. Sonra Aynalı bana
-Şurayı şöyle yazsak daha iyi olmaz mı?
dedi, bende kendisine
-Böyle daha anlaşılır olmaz mı ?
diye karşılık verdim. Sonra sayfaları çevirdim. Sudan şeffaf mavi sayfalar. O'nu Aynalı aldı. Kendi elleri ile yazdı.
Bana dönerek
-Hazır mısın ?
-Hazırım !
-Uzun ve yorucu olabilir, dayanabilecek misin ?
-Bugüne kadar dayandıklarım dayanabileceğimin nişanidir!
-O zaman hazırlığını yap !
-Bütün hayatım boyunca zaten hazırlığım bunaydı.
dedim,
Sonra beni tutup bir tepenin üzerine çıkardı. Elini uzaktan gelen kervana işaret etti.
-Kervan yola çıkmaya hazır !
dedi...
*
Zürkat: Mavi. Nilî: 707.
Hâl-i Siyah: Hindu, ben. NOKTA: 707.
Fikir Kahramanı. (1 ekle): 707.
Aktör: 707.
Mütemerkiz: Merkezleşmiş: 707.
Mektub: 468.
Hikmet: Sır: 468.
Veysel Karanî: (Allah Sevgilisi’ni görmeden O’na bağlanan ve Allah Sevgilisi’nin “Ben Rahman’ın kokusunu Yemen tarafından duyuyorum!” diye kendisini methettiği rehbersiz yetişmiş büyük veli; sonradan, kendisi gibi yetişenlere “üveysi mizaçlı” denmiştir.): 468.(1)
*
HADÎS: “Ümmetimin âlimleri, Beni İSRAİL Peygamberleri gibidir!”… Tasavvufta, hususen İLM-İ LEDÜN bahsi hatırlanmalı: Allah’tan İLHAM’la alınanlar… En büyük ebcedle, ENE MEN?-Ben Kimim?: 524: HEME EZ OST-Herşey O’ndandır.): 303= 1302.
İKRA: “Oku” diye emretmek. Yakın gelmek. (Allah Sevgilisi’ne HİRA dağındaki MAĞARA’da ilk nazil olan âyet, ALÂK Sûresi’nin OKU emriyle başlayan ilk âyetidir… ALÂK: Sakız. Sünen, elâstikî. KAN-Bir işe sımsıkı yapışmak… RAHMAN Sûresi’nin 19-20. ayetlerini hatırla.): 303= 1302.
DERVİŞ MUHAMMED. (Noktasız): 302.
KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN. (Noktalı): (KİTABE-Mezartaşı yazısı. LEVHA hâlinde yazılan, manzum olmayan, nesir olarak levha yazma ilmi. Edebiyat nevi… KİTABE, umumiyetle kahramanlık hatıraları niyetine dikilen abidelerin, özlü ifâde edilmiş yazısı, bir sanat nevi… Yazılı tesbit edilip okunan HİTABE ile benzer yanı, öz olmak… Burada KİTABE’den bahis sebebi, ÜSTADIM’ın “reçete günlerinde” işin özünü gösterme babında eski Yunan’da ATİNA-Isparta savaşında, bir geçidi koruyan 40 Atinalı’nın ölümü, bu arada bir kişinin ATİNA’ya koşarak düşmanın gelişini haber verdiği hâdisenin hatırasına dikilen KİTABE’yi misâl vermesi: Bugün Olimpiyatlar’da başlayan MARATON yarışı da, o hâdiseden mülhem… Bulanık: Sanıyorum “KAPTAN Kusto Müslüman” yazısının, bahsi geçen mevzunun öz olarak belirtilmesi hususundaydı o misâl… MEVZU, Kaptan Kusto; başka birşey yok… Onun hitabe ile, LÜBB ortaklığı, hele bugün herhâlde izâh istemiyor: LÜBB oluşu… TAKDİM yazım olarak bulunuşu, hâlâ safha safha “ben kimim?” suâlinin cevabına âit oluşu.): 302.
MİRZABEYOĞLU: 1302.
RAHNÂME: Yol haritası: 302.(2)
NESLİHAN DAĞCI
(*) Salih Mirzabeyoğlu İstikbal İslamındır "Denenmemiş Tek Nizam" s:12
(1) Salih Mirzabeyoğlu Ölüm Odası B-7 (Yevmiye Nefes Muhasebesi )
(2)Salih Mirzabeyoğlu Ölüm Odası B-7 (Merkez Kim ?)

Yorumlar
Yorum Gönder