Ana içeriğe atla

YAĞMURCU (8)




Tahran otogarında ''Maku'ye bilet kesmek için sıraya girdim. Otobüsün kalkma saatini beklerken bir süre mescitte kaldım bir sürede salona geçip etrafı izledim.

İran'ın her yerinde ki bilboardlar da en az ''Üç çocuk'' yapma tavsiyeleri, bazıları ışıklı panoda yazılı şekilde. Bazı bilboardlar da ise ''Aile ve çocuk sağlığı'' ile ilgili bilgilendirmeler. Her ailenin bir psikoloji danışmanı var...

Etraf bu tür reklamlarla çevrili...

Tahran sokakları ise ''Homoseksüel'' ve ''Fahişelerden'' geçilmiyor...

Hayatımda ilk defa ''Homoseksüel ve Fahişe'' görüyorum...

Kadınların ön saçlarının bile sokak polisleri tarafından içeri sokulmaya çalışıldığı İran'da,  kendilerini yol kenarında kolaylıkla pazarlayan bir sürü kadın. Homoseksüeller ise alabildiğine özgür...

Uzun bir yolculuktan sonra otobüs duruyor ve bana

-''Bayan siz burda ineceksiniz'' diyor şöför...

Camın perdesini aralayıp etrafı seyrediyorum...Karanlıktan pek birşey seçilmiyor...Çok nadir olan sokak lambalarının hafif aydınlattığı bu yer sınıra hiçte benzemiyor.

-''Bayım burası sınır mı?''

-''Hayır bayan burası Maku...''

-''İyide ben bileti keserken otobüs şirketine bilhassa sordum, sınırda  indireceklerini söylediler...''

-''Vaktim çok daraldı, hemen kalkmam lağzım biz buraya kadar geliyoruz, inmek zorundasınız dedi...''

Tipik üçkağıtçı İran davranışı ile karşı karşıya kalmıştım. Çaresiz inmek zorundaydım. Saat gece yarısından sonra üçe geliyordu.

Derin bir hüzün içinde otobüsün arka kapısından sırt çantamı alarak indim...Basamakları inerken içimden,

''Allah'ım gecenin bu saatinde hiç bilmediğim bu yerde ne olur bana bir vesile bir sebep ver ki ülkeme geçebileyim.''

diye dua ediyordum...Sağ ayağım ''Maku''nun kızgın güneşinden kavrulup toz duman olmuş sarı toprağına değdiği anda, otobüs gaza basarak son süratle gözden kayboldu...

Önümü kapatan otobüs geçer geçmez, sokak lambasının aydınlattığı derme çatma tek katlı evlerin olduğu sokağın kenarına park eden sarı bir taksi gördüm.  Sanki gecenin o saati o vakti beni bekliyormuş gibi büyük bir sevinçle taksiye doğru yürüdüm...

-''Selam ağa''
-''Selam hanum''

Başımdan geçeni anlattım, sınıra gitmem gerektiğini ama beni buraya kadar getirdiklerini beni oraya götürüp götüremeyeceğini sordum.

-''Tabi götürürüm...''
-''Ücret olarak ne kadar tutar peki?'' diye sordum taksi şöförüne

-''250 tümen '' dedi,

Ağzım açık bir şekilde şaşkın şaşkın adama;

-''250 tümen mi, bayım ne diyorsunuz siz? ''

İstifini hiç  bozmadan çaresiz kabul edeceğimi bilerek,

-''Ben burdan gece yarısı bu saatte  sınıra kadar gidicem, 250 tümenden aşağısı olmaz!''

dedi...

Mecbur kabul ettim. Parayı peşin istedi verdim. Yolda o saatte bir taksinin içinde yabancı bir adamla yol almak korkutucuydu...İçimden ''Allah'a dua ediyor, beni korumasını diliyordum.'' Bu arada da etrafı pür dikkat izliyor, şöföre sınırın ne tarafta olduğunu kaç km kaldığını soruyordum ki beni nereye götürdüğünden emin olayım. Eğer, aksi bir şey olursa kapıyı açıp kendimi arabadan dışarı atmayı düşünüyor her türlü tedbiri elden bırakmamaya çalışıyordum...

Bir kabus gibiydi...Evime sağ sağlim varabilecek miydim?  Şöför

-''Şu ışıklı yeri görüyor musun, orası işte sınır''

diyince gösterdiği yere bakıp sınıra benzer bir hali var mı diye inceliyor doğru söyleyip söylemediğini test ediyordum...Gerçekten de sınıra benziyordu...Ama kilometrelerce  uzaktaki köy gibiydi...Arkama baktım ''Maku'' gece karanlığını, seyrek ışıkları ile aydınlatan iki dağın arasında kalan bir kasaba gibi uzakta kalmıştı artık...İçimden ''Baya  mesafe varmış, utanmadan otobüs şirketi bi de yalan konuştu, eğer bu ülkeyi terk etmiyor olsaydım geri döndüğümde rezil ederdim onları'' diye sinirli sinirli düşünürken birden taksi durdu...

-''Hayırdır geldik mi? '' dedim şöföre

-''Evet, burdan sonrasını yürüyerek gideceksiniz? ''

-''Şaka mı yapıyorsunuz beni sınıra kadar götüreceğini söylemiştin ve ben sana 250 tümeni bunun için verdim, kendim yürüyeceksem bunu baştan söylemeliydin''

-''Hanum, ben bundan sonra gidemem, araçların girmesi yasak !''

demez mi?

İran'lılar özellikle ''Azeri'' olanları her türlü ahlaksızlık pislik yalan dolan onlarda..Ve ülkenin her yerinde bu pisliklerden, bu adamlardan var...''Şii inancının, itikadının  havyanlaştırdığı tipler''...Bu şöförde o Azerilerden...

Kayıtsız arabadan inmek zorunda kalıyorum...bu sefer etrafta ev filanda yok, hafifte olsa etrafı aydınlatan sokak lambaları...Başıma neler gelebileceğini bile düşünecek durumda değilim...Elimi gözlerime götürüp kısarak hafif ışıkların geldiği sınıra bakıyorum...Eğer dayanırsam ulaşabileceğimi hesap ederek çantamı sırtıma alıyorum ve içimden ''Rabbim sırtımı sana dayadım sana sığındım'' diyerek yola koyuluyorum...

Git git bitmiyor...Kah çantamı indirip soluk alıyorum, kah üzerime bulaşan tozları temizliyorum...Tepemde yönümü aydınlatan ''Ay ışığı''...Ayaklarım toz duman içinde, tabanlarım sarı toprağın üzerinde izler bırakıyor...Derken yavaş yavaş yaklaşıyorum sınıra...


Ön emniyet şeridinde bir külübe var, önünde nöbet tutan bir asker ben belirdikçe bir anda kulubenin içine girip heyecanla ordaki görevliye birşeyler söylüyor.

Şeride yakınlaşıyorum, beni karşılayacaklarını düşünüp bir müddet orda bekliyorum...Beni gördükten sonra kulübeye giren asker ne hikmet ise ordaki yetkili olduğu halinden belli olan adamla  birlikte kulübeden çıkmıyor.

Bir müddet onları beni kulübenin içinden, bende onları kulübenin dışından seyrediyorum...Garip ve tuhaf davranıyorlar...Sonunda sorumlu olan telefona sarılıyor...Hiçbir tepki gelmeyince devreye giriyorum...

-''Selam ağa!, Türkiye'ye geçicem kapıyı açmayacak mısınız? ''

Ben uzun saatlerden sonra insan gördüğüm için sevinçliyken bu adamlar benle konuşmak yerine kulübenin içinde beni izliyorlar...Hiçbir tepki vermeyince bu sefer

-''Bana burada yardımcı olacak kimse yok mu? '' diye soruyorum.

Asker kulübenin camını açıp ''Pasaportumu'' istiyor...Bir müddet sayfaları çevirip bir iki telefon açtıktan sonra beni kulübenin içine alıyorlar ve başlıyorlar sorguya...

-''Nerden geldin, niye geldin, nereye gidiyorsun, niçin gidiyorsun, ne yapıyorsun, gecenin bu saatinde burada ne işin var ? ...''

Baştan sonra anlatıyorum herşeyi...Okuduğum üniversite sorumlusuna kadar her yere telefon açıp doğru konuşup konuşmadığımı inceliyorlar...

Nihayet kani olup sınırın ön emniyet şeridinden geçmeme izin veriyorlar...

Ben biraz daha yürüdükten sonra  ''Türkiye İran sınırının, İran tarafına gelmeyi başarabiliyorum''...

Üstüm başım toprak içinde, sabah ezanına az bir vakit var hem üzerimdeki toprakları temizlemek hemde abdest almak için sınırın hemen sol tarafında duran lavaboya giriyorum...

Baya bir uğraştıktan sonra kıyafetimi sarıya çeviren tozu temizleyebiliyorum...Abdesimide aldıktan sonra sırtıma çantamı yüklenip lavabonun kapısını açıyorum. Sağ ayağımı dışarı çıkarır çıkarmaz üzerime yönelen şiddetli ışıktan gözlerim kamaşıyor. Kolumu siper ederek kafamı kaldırıyorum...Sınırdaki bütün sınır aydınlatma cihazları açık ve bana yöneltilmiş...Kafamı aşağıya çevirdiğimde karşımda sırayla dizilmiş ve önlerinde amirleri olduğu belli  olan 15 tane asker görüyorum. Silahları ellerinde...

Karşımda ölüm mangası gibi duran bu adamların orada neden böyle sıraya girmiş ve sanki karşılama merasimi yapıyormuş gibi durduklarına bir anlam veremiyorum haliyle.

Hiç istifimi bozmadan merdivenlerden aşağıya inip askerlerin olduğu yöne doğru ilerliyorum. Ben ilerledikçe askerlerin amiri olan ve en önde duran yetkili askerin suratı şekilden şekile girip kızarıyor...

Adama bakarak ilerlerken o da tedirgin olmuş bir halde, bana bakıp hareketlerimi izliyor. Askerlerde pür dikkat kesilmişler, gittikçe yakınlaşıyorum...Yetkili olan asker iki elini arkasında bağlamış iki ayağı açık başı dik bir şekilde gövdesini gösterir bir vaziyette duruyor...Kimbilir, belkide korkusuzluğum korkutuyordu onu. Derken ben o askerle omuz omuza gelicek son adımı attığımda arkadaki askerlerinde silahlarına sıkı sıkıya sarılmış donmuş bir vaziyette olduklarını müşahade ediyorum. Ben hala vaziyeti kavrayamıyorum bu adamlar niçin böyle sıralanmışlar ellerinde niye silah var ve neden böyle bir haldeler hiçbir anlam veremiyorum...

Bir adım daha atıp askerleri yarıp kapıya yönelecekken öndeki yetkili asker bana

-''Dur ! ''  diye bağırıyor...

Durup başımı sol omuzuma çeviriyor adama bakıyorum...

Adam kıpkırmızı olmuş...Bense hala sakinim...yüzüme hiç bakmadan...

-''Nereye gidiyorsun ? !'' diyor sert bir şekilde...

Adamın bu sorusu bana çok saçma geliyor, ne yaptığım ve nereye gittiğim belli olduğu halde böyle bir soru sormasına bir anlam veremiyorum...

-''Görmüyor musunuz? Kapıdan geçip işlem yaptıracağım Türkiye'ye geçmek için '' diyorum...

Adam mutmain olmamış gibi bir daha soruyor

-''İçerde ne yaptın ? ! ''


''İçerde'' derken ''Lavaboda'' demek istiyor herhalde diyerek adamın ''Lavaboda'' ne yapıldığına dair hiç mi bilgisi yok acaba diye düşünüyorum, nede garip sorular soruyor ve gittikçe saçmalıyor diye geçiriyorum  içimden ve ona dönüp

-''Lavaboda ne yapılır ? Sabah ezanı okunacak abdest aldım tabi ki'' diyorum...

Adam hala bana bakmadan sinirli sinirli soruyor, ama bu sever hafif sırıtan dudaklarının arasından dökülüyor soru;

-''Bir saattir abdest mi alıyordun? ''

İtiraf etmeliyim ki zamanın o kadarda uzun sürdüğünün farkında değildim ama baya bir zaman almıştı içerde durmam, bu adama şimdi öyle bir şey söylemeliydim ki aslında ne düşünüyorsa öyle olmadığına kani olsun...

Başladım anlatmaya,

-''Tahrandan otobüs bileti aldım.....Sınır diye ''Maku''ye bıraktılar, sahtekar bir taksici beni sınır diye kilometrelerce uzakta bir yere bıraktı ve ben topraklı yolda saatlerce yürüdüm...Üstüm başım toz içinde kalmıştı...ancak temizleyebildim kıyafetlerimi...''

Adamın rengi değişti biraz gevşer gibi oldu...Askerlerin gözleri pörtlek bir vaziyette silahlarını sıkı sıkı tutuyorlardı...

Adam, arkasını dönerek

-''Çantasına bakın !'' diye emir verdi...

6 askerden biri elimden sırt çantamı aldı...diğerleri iki saniyede akbabalar gibi içini açıp herşeyi döktüler bense o hız karşısında sadece şunları diyebildim...

-''Yapmayın içinde tesettürlü kızların açık fotoları var, onlara bakmayın...başka birşey yok çantamda !''

Beni duymuyorlardı bile ortaya bir sürü resim saçıldı...Ben öyle üzgündüm ki sağa sola dağıttıkları resimlere bakıyor açık başla çekilmişleri elim ile kapatıyor öbürünün altına atıyor, ben saklamaya çalıştıkça onlar dağıtmaya devam ediyorlardı. Sonunda talan bittikten sonra asker amirine dönüp temiz dedi...

Dağınık masadaki eşyalarıma doğru yüzünü dönüp geldi o kızarıp bozaran ve kafasını sağa sola çevirmeden emirler yağdıran adam...Elini eşyalarıma uzatıp
''Günlüğümü'' aldı...Sayfaları çevirip şöyle bir göz attı...

Ona bakarak,

-''O bir günlük, size çantamda hiçbirşey olmadığını söylemiştim '' dedim...

Kendini büyük bir olayın içinde sanan ahmak ''İran Askeri'' bir bayan karşısında ne kadar da aciz bir konuma düşmüştü...

Demek ki sakin olmak karşı tarafı korkutabiliyormuş...Korkudan hiçbirşey yapamadan oldukları yerde mıhlanan ama ellerindeki silahı bana doğrultan bu adamlar eğer emir verilseydi beni vuracak adamlardı aynı zamanda...

''İnsan sırtını Allah'a dayadığında her türlü şeyden emniyet içinde olur.''

Bu formülü hayatım boyunca uyguladım...en tehlikeli zaman ve anlarda şiddetle inandığım bu gerçek beni her türlü beladan da korudu.

Tabi her zaman karşımda öyle veya böyle bir şekilde eli silahlı bir ölüm mangası da oldu.

                                           **********

Rena bana;

-''Seni biri koruyor''

deyince birden ürperiyorum. Ürperiyorum çünkü zaman zaman bunu bende hisseder gibi oluyorum.  Benim biraz şok olmuş halimi görünce tarif ediyor...

-''Esmer, saçları omuzlarında, evliyalar gibi cübbe giyiyor!''

Benim ağzım bu tarifi duyunca açık kalıyor haliyle, ''Nasıl yani'' dememe kalmadan karşıda duran tv'ye işaret edip bak işte tamda şu adam gibi derdemez başımı tv'ye çeviriyorum hemen...

Saçları omuzlarında buğday tenli ve sağ profilden bakan bu adam ne kadar da O'na benziyor...

Tüylerim diken diken !

2008

                                             **********

 Nurullah Aydın, bana ''İran'da yaşadıklarını dinlemek isterim'' dediğin de, ''Dinleyip ne yapacaksınız, yoksa bütün bunları bir kitaba mı konu edineceksiniz'' diye sordum...''İlginç anıların ve hayat hikayen var ve senin gibi düşünce mantığına sahip birisinin bu anıları etkileyici'' dedi. Daha önce yakın arkadaşlarından birini konuşturup konuşturup doğum gününde ona hayat hikayesini anlatan bir kitap yazıp hediye etmiş. Aynı şeyi benim içinde yapacağını hissediyorum...Ve ondan önce gayesini sezimlediğimi ona hissettiriyorum...

Nurullah Aydın, eski savcılardan ve ben kendisine bir ''Hukuk Adamı'' olarak, ''O'nun'' üzerinde dönen hukuksuzlukla ilgili görüşlerini almak istediğimi söylüyorum...Bana müthiş şeyler söylüyor. Ve söyledikleri ile bana ''Hukuki'' manada ''Hiçbirşey'' yapılamaz diyenlerin sözleri arasında binlerce çelişki olduğunu gösteriyor.  Ve  bunu söyleyenlere, aslında söylediklerinin ''gerçek dışı'' olduğunu, bildikleri gibi olmadığını göstermek için ''Nurullah Aydın'a''  bir röportaj teklif ediyorum...Seve seve kabul ediyor.

Bütün dava dosyasını inceliyorum...Ben bir hukuk adamı değilim ancak bu halimle bile o kadar saçma ifadelere rastlıyorum ki ağzım açık kalıyor. Ve bu saçma ifadeler karşısında hiçbir girişimin yapılmamış olması bana daha da saçma gelmeye başlıyor.

Nurullah Aydın'la yaptığım röportajı Ömer'e iletiyorum. Sıraladığım gibi ve bazı cümleleri öne çıkararak yazmalarını bilhassa tembihliyorum...

Ben hayatımda röportaj yapmış biri değilim...ama buna rağmen nasıl yapılır nelere dikkat edilir hepsini öğrenmeye çalışıyor ve öyle sorular hazırlıyorum ki tamda istediğim cevaplar geliyor. Daha önce söylenmemiş sözler...Ve bunu eski bir savcı söylüyor...

Röportaj meşhur bay x'in gazetesinde yayınlanıyor. Bir gün Ömer beni arayıp

-''Nurullah Aydın'ı nerden tanıyorsun?'' diye sordu...

Soru garibime gitti. Bu niye bu kadar önemliydi ki? Önemli olan ne söylediği değil miydi?  İçimdeki şeylerden Ömer'e bahsetmeden gayet tabi bir şekilde

-''2008 yılında tanıştık, kendisi benim düşünce mantığımdan gayet etkilenen biri...bir takım konulardaki görüşlerime karşı iltiması yüksek bir şahıs.''

Bu arada Ömer bana sırıtarak

-''Sen ne yaptığını biliyor musun? ......yer yerinden oynadı !'' diyor...

Ne yaptığımı bilmiyorum ve yer nasıl yerinden oynamıştı bunu da anlamamıştım. Çokta üzerinde durmadım...Çünkü kafam ''O'nun durumu ile ilgili'' birçok şeyle dolup taşmış bir halde  idi. Gece gündüz bu konuyla  yatıp kalkıyordum. Hep ''ne yapabilirimin'' etrafında düşünüp durmakla geçiyordu zamanım...Ve bu konunun dışında kelam etmek birşey yapmak bana çok boş ve anlamsız geliyordu. Bana göre hiç kimse uyumamalıydı. Etrafta gülen sırıtan birilerini gördüğümde bu tavır bana ''lakayıt, sulu bir tavır'' gibi geliyor, o türden adamlara öfke besliyordum. Nasıl rahat olabiliyorlardı? Nasıl gülebiliyorlardı ! Bazen Ömer'de bu tür konular etrafında tam dalmışken beni arıyor kafamı başka başka şeylerle meşgul ettiği için canımı sıkıyordu. O'na katlanıyor hiçbirşey belli etmiyordum...Bu benim ruh halimden kaynaklı birşeydi ve  Ömer ise  O'nu bulmamda vesile olan. Ömer'i gördüğümde sadece sıfatına baktığımda beni O'na götürecek kişi olduğunu anlamıştım. Ömer'in hiçbir zaman bundan haberi olmadı, tıpkı Hasan abi gibi, yıllar öncesinden Ömer'ide biliyordum ben. Ömer'e ve herşeye rağmen Hasan abiye saygı duymam hep bundandır. Katlanışım gibi kızmam da. Hasan abinin gülmesine tebessüm etmesine bile tahammülüm yoktu. Benim olduğum yerde tebbesüm etmeye çekinirdi çünkü ona gayri ihtiyari sert sert bakardım. Anladığı zaman sağda solda ne varsa çarpa çarpa giderdi. Aslında benden değil,  bakışlarımın sertliğinde gördüğü bir başka bakışı hissederdi o ve çekindiği, elini ayağını birbirine dolayan şey ''o'' hissettiğiydi. Ben herkes benim gibi kıvransın ağlasın dertlensin gevşemesin diye dertleniyordum sadece.

Sonra Ömer bana;

-''Fatih röportaj böyle mi yapılır dedi''  diyor...

Ömer'e

-''Ben hayatımda hiç röportaj yapmadım ki, becerebildiğim kadarı ile yaptım işte...''

İçimden de ''Adama bak ya, burda büyük ''hukuki sözler'' varken bundan tesir olmuyorda benim röportaj yapım şeklini ağzına doluyor'' diyorum...Bu tutum karşısında donup kalıyorum haliyle. İnsan orada sarf edilen sözlerden hiç mi etkilenmez...ne garip bir durum...

Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ömer yine arıyor...Bu sefer yanında kereste  Fazıl var ve Ömer bana Fazıl'ın selamını kendisine dua etmemi rica ettiğini söylüyor...

Bunlar gayet tuhaf şeyler, kendisine ''dua'' etmemi isteyen sırayla adam...bana çok garip davranıyorlar ve ben bana tuhaf gelmesine rağmen bunun üzerinde hiç durmuyorum...Çünkü kafam ''O'nun'la'' meşgul...

Daha iler ki zamanlarda birden herkes ''Nurullah Aydın''ı tanıyoruz demeye başlıyor, bunlara ''Fazıl''da dahil...İçimden ''Madem tanıyordunuz niye bir girişiminiz olmadı?'' diyorum...Zamanla burada adet haline gelen bir şeyi fark ediyorum... birşey yapılmaya görülsün o işte menfaat varsa veya o kişide, herkes o işin üstüne oturuyor ya da o kişiye yakın olmaya çalışıp kendine çekiyordu. Bu ''O'nun'' gözüne girmenin ve en öne geçmenin bir yoluydu onlara göre...''O'' bunu ''Göze girmek için -kavgaya- tutuşmak'' olarak yorumlamıştı.

Aradan baya bir yıl sonra elime ilk kez aldığım ''Tilki Günlüğün'' de ''Nurullah Aydın''ın sürgün edilmesine istinaden yaptığı protestoyu met eden satırlar okuyorum kitaptan...Evet biraz tuhaf bir durum...Ama buna karşın bu durum çok hoşuma gidiyor...Nerden nereye? Ve neye vesile olarak...İşte o zaman Ömer'in sorusunun sebebini de anlıyor gibi oluyorum...

Hasan abi çok heyecanlı ''Nurullah Aydın'' ile görüşmek istiyor. Randevu alıp kendilerini görüştürüyorum...

O saatten sonra bende etraftaki garip  bayram havasını, sevinç çığlıklarını duyar gibi oluyorum...

Derken bana Hasan abi;

-Bir dosya hazırlayacağız

diyor...Ömer o dosya için sabaha kadar uyumamış ve ''Rahmetli babasını'' da o sıralarda kaybetmişti. O'na yardım edebileceğimi söylüyorum, kabul etmiyor...

Hasan abi,

-''Dosyayı iletebilir misin ? diye soruyor

''iletebileceğimi'' söylüyorum ama karşı taraf sonraları herkesin ağzına doladığı karşı taraf bana önce ''Halkın bilinçlendirilip uyandırılması gerektiğini'' söylüyor, bunun etrafında yapılması gereken çalışmalar, aynısını ''Hasan'' abiye iletiyorum.

Daha sonra bu yönde çalışmalar yapılıyor...

Yakup bu esnada devreye sokuluyor, o sıralar ''Nurullah Aydın''ından alınan tüyo ile mukabil bir dava etrafından gidilmesine yönelik tavsiyeler ile...


Ünsal abi ile konuşurken

-''O işi Hasan'a biz yapmasını söyledik'' diyor.

O arada ben Ünsal abiye, Yahya abinin de masada şahitlik ettiği  üzere

-''Abi bu benim meselem bu meseleye siz karışmayın'' diyorum

Ancak Ünsal abi sinirlenip

-''Ne demek karışmayın, bu tarafta isen bu iş bizim meselemiz, yoksa sana ne olursa olsun bana ne !..''

Mihvalinde bir şeyler söylüyor Yahya abide söze karışıp ''Benim haklı olduğumu karışmamaları gerektiğini teyit ediyor.''

Bu taraf demekle ne demek  istedi ben henüz bunun bilincinde bile değilim...Ne zaman o tarafta olmuş oldum veya ben ne taraftaydım ki bu taraf o taraf gibi şeyler söyleniyordu. Ben sadece ''Beyni O'nun'la meşgul olan biriydim sadece ...''

Derken ''Maraşlı'' adını unuttuğum bir abi ''Fazıl'a '' Bolu'da ben acıdan bir aşağıya bir yukarıya deli gibi dönüp dururken ve gözyaşlarımı içime akıtarak kimse görmesin diye kıvranırken ve ''Birşeyler yapmalıyız !'' diye söylenirken kendi kendime, kulaklarıma sesi geldi...

-''Bu kızı aranızdaki savaşa malzeme yapmak için kullanmayın !''... diyordu.

O'nu duyuyorum ama öyle acı çekiyorum ki aklım başımda değil ne demek istedi diye düşünmüyordum bile...

Bende ki bu şiddetli acıdan dolayı nükseden herşey daha sonra bazı insanların kendilerini haklı kılmak için -deli- yaftası  yapıştırmasına neden oluyor.

Hiç tanımadığım adamlara bile böyle diyorlar...

''O delinin tekidir, O'nu kale almayın ! ''

Evet işin ''Hukuki ve Siyasi'' iki yönü olduğunu söylediğimde ''inanmayanlarda'' oldu ama ''inananların'' niçin inandığına dair elimdeki belge ''öyle inandırıcıydı ki'' ben bile yıllarca bu belgeyi taşıyıp yıllar sonra hiçbirinden haberimin olmadığı birçok bilgiyi, sonra çok  sonraları  okuyarak şahit olduğumda, ağzım açık kalıyor, hayret üzerine hayretler içinde kalıyordum... Ve birçok bildiğim şey yavaş yavaş netlik kazanıyordu...İşin en başında yıllarca aradıktan sonra korktuğum şeyin olmaması için dua ediyordum ama oldu. Peki ''O'' nerde diyince Ömer'in verdiği cevap .....Ve ben bu yüzden kıvranırken kimseye birşey diyemiyordum.

Ya onlar bütün bunları bilerek nasıl oldu da çok uzaktan gelerek ''Sevdiğiniz Gelecek'' diyen birine canlı canlı kıydılar...

Ne kadarda acımasızlardı...

Belki ben gelmese idim çoğu yoldan çıkmış olarak...

Onların bu durumu ''mucize'' isteyipte ''mucize'' geldikten sonra bile inkarda direten kavimlerin halini anımsattı bana...

Demek ki insan ne kadar mucize gelse de bir şeyin iç yüzüne vakıf değilse ''inkar''da diretebiliyor.

Birde benim durumum ile kendi durumunu kıyas edenlerin hali...

Hiçbirşeyi okumadan hiçbirini ismen bilmeden yıllar öncesinden hem okuduklarını hemde benimsediklerine ait bir ''parça'' ile gelen biri ile okuyup bilen ve gören bir olabilir mi hiç ?

Bunlarda işi sıradanlaştırıp adeta ''Mucizeyi'' görmemek duymamak için bahane uyduran sonrada  bu uydurdukları ile nefsini haklı çıkarmaya çalışanlardı...

Sırf nefsleri sukut bulsun diye hırslarından demediklerini yapmadıklarını bırakmayan bu insanlar aslında ''o parçayı'' o ''hakikatı'' yok etmeye çalışarak kendi nefslerini haklı çıkarırken aslında ''O''nu yok sayıyorlar ''O''nun dediklerinin içini boşaltıyorlardı...

Onların böyle yaptıkları demlerde ben ise, ''mucizenin'' doruklarında geziyor onların aklının alamayacağı mekanlarda oturuyor ve aklının alamayacağı meselelerin dersini görüyordum...
                                           
                                       **********

Yolun uzunluğu bir tarafa ''doruğa'' ulaşmanın ümidi ile hiçte kolay olmayan bu yolculukta yolda karşılaştığım her insana katlanışım, yanışım, ağlayışım hep O'ndan. Bütün bunların en ağırlaştığı bir zamanda, eğer başaramazsam bir kaydı olsun diye ama sadece  ''Aynalı''nın anlayacağı dilde yazıyorum.  Derken elimdeki kağıt gözyaşları ile kabarıyor. Aynalı'ya bir daha O'nu görememe ihtimalimden bahisle, yolunda can vermek için kefenimi giydiğimi ve bu şekilde uzandığımı söylüyorum mağaraya. Sonra bana verdiği  renkli kalemlerden siyahı seçiyorum...  O'nu güzel bir kaftanın içinde gösterirken kendimde önünde eğiliyorum... Eğilen benin üzerindeki kıyafet yıllar sonra içine  girdiğim kıyafet oluyor birden. Ve bir tane daha çiziyorum... ''Aynalı''  kaftanın içinde yüksekçe bir tepeden aşağıdaki koyunları seyrediyor...Ve bir tane daha koca bir gül resmi...Ben böyle dalmış ağlamaklı bir halde resim çizerken birden ''Aynalı'' geliyor, bana tebessüm edip; ''Şimdi geri gelicem ve size müjdemi anlatacağım'' diyor.

Ve bütün resimleri alıp gidiyor...

Uzun bir aradan sonra;

Bana karşıdaki ''Mağarayı'' gösteriyor...Oraya gittim...İçine girer girmez orası tahta sutunlarla desteklenmiş bir kervansaraya dönüştü. Bazı odalarında yataklar vardı. Üç yatağı yan yana koymuşlardı. Üzerine çıkıp oturdum...Sonra koridordan gelen ''Aynalı'' yanaklarında yuvarlak şeker gibi bir şeyler varken seslendi...O'nu görünce utandım...Sonra elindeki tülbenti bana verdi...Bende onu sarık gibi yapıp başıma sardım...Sonra

-''Al bunu oku dedi !''

Okudum...

Mağaranın kapısından dışarı çıkarken sakalları henüz uzamış  otuzlarında bir adama rastladım. Çok üzgün bir şekilde birşeyler anlattı bana...İçim yandı. Sonra mağaranın önünde karınca yuvaları gördüm. Evlerinin çıkış kısımları altından kumlarla yükseltilmişti. Dev karıncalar girip çıkıyorlardı yuvalara...Onların hepsi el büyüklüğünde ve başları beyazdı.

                                        **********

Bir gün Fatma hanım ağır tacizlerin olduğunu söyledi...Hiç kimse oralı olmadı yine. Bir mesaj geçip vaziyet ve durumu sorduğumda neler yaşadıklarına dair bilgiler veriyor.  Ben ona mağaranın önündeki durumu anlatan metni geçiyorum. Ve sakallı abiyi soruyorum.O abi damadıymış.                                  

-''Merak etmeyin, oraya gelecekler ''

Mihvalinde birşey söyleyip onu teskin ediyorum.

Ve hemen Mehmet Tığlı'ya dönüp durum ve vaziyeti orada ''O''nun için yapılan bu işte bu insanların yanlız bırakılmasının ne kadar yanlış olduğunu özellikle tacizler sözkonusu iken böyle sessiz kalınmasının kabul edilemez olduğunu oraya gidilmesi gerektiğini söylüyorum...O da ''Mag''a söylüyor...Sonra aynı şeyleri Ümit abiye de söylüyorum...Mehmet Tığlı ile paslaşıyoruz...Mag organize oluyor ve bir anda herkes organize halde ''Kampa'' akıyor...

 ''Mag''  kampa giderken başlarını  ''Beyaz'' bir örtü bağlıyorlar...

Daha sonra Fatma hanım beni kampa davet ediyor...Ancak benim maddi durumum gitmeye müsait değil. Fatma hanım kendisinin karşılayabileceğini belirtiyor ancak kabul etmiyorum...Sonra Hakkı Ayar aynı teklifte bulunuyor...

Derken yola çıkıyorum...Fatma hanıma kampta iken ''Kuru kuru burada oturmak yerine şehirdeki parti, dernek, gazete ne kadar kuruluş varsa ziyaret edip kamptan ve kampın kuruluş gayesinden söz edip destek talep etmemiz gerektiğini söylüyorum.''

Ve sabah ziyaretlere başlıyoruz.

Fatma hanım bana bir ara ''Bu kadar çok şeyi kısa sürede nasıl öğrendin?'' diye soruyor. Sorusuna şaşırıyorum ve tam cevap verecek iken,  kendi sorusuna kendisi cevap veriyor tebessüm ederek.

-''Tabi her kitapta herşey yazıyor''

diyor.

''Her kitapta aslında her şey cem edilmiş halde mevcut ancak her bilginin -hakikati- tecrübe ve ilham yolu ile ayrıca verilen.''

O gece ziyaret ettiğimiz Bolu'nun yerel gazetelerinden biri ropörtaj yapmaya geliyor.

Geldiler, çay ikramından sonra sorulara geçiliyor...Fatma hanıma bizde yardım ediyoruz...Bazı soruları ben bazılarını Hakkı Ayar cevaplıyor...Bazı sorulara toplu halde cevap veriyoruz.

Gecenin bitimine doğru Fatma hanımın parasını ödediği lojmana arabanın içinde giderken ''Ropörtajın'' hiçte iyi geçmediğini kendisinin beğenmediğini söylüyor...Ben o teskin olsun diye değil gerçeği söylemek için;

-''Göreceksiniz çok ses getirecek ben sizin gibi düşünmüyorum'' diyorum...

Pek inanır olmayan bir havada

-''Öyle mi'' diyor...

Bir gün Fatma hanım bana,

-''Ne yapalım diye sordum? Bana ''Münşeat'a'' bakın dedi '' diyor.

İsmini duymuştum ama henüz okumaya imkanım olmamıştı. İçeriğinden bile haberim yoktu. Fatma hanım bunu bana söylerken acaba içinde nereye bakmamız gerekiyor diye düşündüm. Aynı şeyi kendisi de düşünmüş...

-''Baktım baktım ama bulamadım''

diyor...

Sonra bana;

-''Bunu nasıl yapalım? Şunu söylemi yapsak? Bu böyle olmuş mu ?

Gibi sorular soruyor...Bana niye bunları soruyor diye düşünüyorum ve aslında bu işin sahibi o iken hürmetsizlik etmemek için ''Bence olmuş, başka birşeye gerek yok'' gibi şeyler söyleyip geçiştiriyorum soruları...

 Derken şehir şehir iftar sofraları kuruluyor.

Her hafta ziyaretler bazı kardeşler bazı gruplarla geliyorlar...Kollektif bir çalışma sonucunda muazzam bir iş çıkıyor ortaya

Kadir gecesi, siyah giyiniyorum...Karşılamada olan ''Fatma hanım'' beni görünce ''Elif''e birşeyler söyleyip kendi aralarında gülüşüyorlar.

Kadınların her zaman ki hali...Ben her zaman ki gibi birşey fark etmemiş gibi davranıyorum. Çünkü kadınların dedikoduları ile uğraşacak vaktim yok. Ve ben buna zaten alışığım.

Benim fark ettiğimi anlayınca da

-''Senin bu halin ile Emel'e ne kadar çok benzediğini'' söyledim diyor.

Bu kadar da doğru sözlü.

Akşam olunca ezana doğru sofraların kurulması için ön ayak oluyor Elifle paslaşarak gelen arkadaşlarla birlikte sofraları kuruyor kaldırıyoruz.

Yemekten sonra herkese çay dağıtan ben...

Beni ararken bazıları, ben onların zikir halkasına katılıyorum...

Bazen  önlerinden bazen yanlarından bazen sağlarından, sollarından geçiyorum...

Beni hiçbiri tanıyamıyor...

Zaten beni hiçbir zaman tanıyamadılar da...

Fatma hanım benim ''Siyah Örtünerek'' kamufulaş yaptığımı vehmediyor ve bunu açık açık söylüyor da. Nasıl böyle bir şey düşünebiliyor bilmiyorum...

Vehim işte ama bazen ''Kutsal Ölçülerin'' hiçbir şeye alet edilemeyeceğini düşünebilmeli herkes yani biraz düşünürken de ''Ölçüler''i alet etmemeli vehimlerine...

Kendi kendime bir  söz vermiştim...

Hatice abla bir gün ''Sen açık olduğun için gelmiyor !'' diyince donup kaldım...

Annemiz ''Öyle deme'' dedi Hatice ablaya ve benim çok üzüleceğimi düşünerek teskin etmeye çalıştı...

Hani ''Veli''nin ağzından boş söz sadır olmazya ben Hatice ablanın o sözüne o gözle baktım...
                                          **********
Bir zuhurata şahid oluyorum, hayatımda ilk defa böyle birşey yaşıyorum hemen elime bir kağıt ve kalem alıp söylenenleri tek tek not alıyorum...

O'nun aşkı büyük  / Allah O'nu müyesser kılmış (Kolaylıkla olan, kolay gelen, asan olan, nasib.) /Yaşayan bir ölüdür  / Cennet O'nun mekanıdır / O'nun sözleri güçlü ve kuvvetlidir /Arş-ı Alaya beyan olmuştur. /Açılmamış bir güneş doğuşuyla /Batan bir insan /Güneşin doğuşuyla tekrar bülbül gibi şakıyacak / İtibarı güçlü ve kuvvetli / sözü geçerlidir. /Allah O'nu muvaffak eylesin /O'nun perdesi Hak Teala'ya her zaman açıktır / Yıldızlarla beraber konuşurken / Cevapsız hiçbir söz bırakmıyacak / Güven ve itibarı artacak / Kalbi Allah'a ait / Yıldızlar her zaman O'nunla beraber /Peygamberin şefaati üzerinde / Derecesi dünyaya beyan edilecek / Melekler inince hep ondan söz eder /İki dişi arasından çıkan her söz  / İtibarını yükseltti / İtibarını aşağıya indirmeye çalışanlara /Allah asla izin vermeyecek /Allah güzelliğini beyan etmiş / Güzeli söylerken gül kokusunu / Üstüne yaymış / İnsanlar O'nun itibarını düşürecek / Birşey yaparlarsa cennet yüzü görmeyecek / O'na ihanet edenlerde cennet yüzü görmeyecek / Sözünün eri olmayıpta yüzüne gülüp / Arkasından savaş çıkarırlarsa  / Bilki Allah o savaşın içinde olucak /İnsanlar bilmesede Allah bu sözleri / Açık edecek.../ Derecesini yükselticek ve toz kondurmayacak / O'nun Allah'a Aşkı büyüktür---------------------------------Zamanın dolması gerekiyor / O saat dolmazdan evvel kişiler ne yaparlarsa yapsınlar boş sözlerle dönerler / Allah'ın melekleri ile beraber, /İçerden çıkması nasip oldu inşallah / Bu güzellik henüz yayılmadı /Allah dilerse bir anda 1 dk. veya 1 sene içinde / Bu işkence durduralacak / Allah'ın izni ile itibarı yükselecek /Allah'ın inayeti ile sıkıntılardan arınacak------------------------------------İnsanların yüreğini ısındıracak / İman edecekler / Keskin bakışlarıyla yıldızlar doğacak / Doğduğu gibi / İnsanların kalplerini ısındıracak / İnce parlak sözleri iki dişinin arasından / Güneş gibi doğacak / O dereceden sonra halkıyla birlik kuracak /Keskin bakışları kalbe vurdukça inletecek / O güneş gibi parlayacak---------------------------------Peygamber A.S.V / Merhaba Allah'ın kulu / Sen acı çektikçe / Sanma ki Biz yanmadık / Merhaba Ey Allah'ın sevgili kulu----------------------------------Neredeysen çık ortaya / Seni bekleyen muhafızlar yolunu gözler /-----------------------------------/ Demet demet gülün kokusunu üzerine sindirmedik mi? / Seni eğitmedik mi? / Sana perdeler arkasından güzel / Sözleri ulaştırmadık mı? / ---------------------------------
22 Temmuz 2013
                                      ***********
Ben uyurken ''Aynalı'' gelip beni uyandırdı. Ve abasının iki kanadını açıp

-''Bak dedi !''

Birden mağaranın duvarında kendimi gördüm. Halil benim tokamı alıp saçlarını örmemi istiyordu. Saç renklerimiz aynıydı...Sonra mavi renkli yatağımda uyumak istedi. Uzandı...

''Aynalı'' Abası ile örttü başımı...

Bu sefer yatağımda ben vardım.

Başımda bir delik, herşey hızla aktı içinden...İki kaşımın arasından seyrediyordum...Ters döndü dünya, yere çakıldı çakılacak... Kıyamet kopuyor sandım...Tamam dedim herşey artık bitti...Sonra içeri küçük bir sürü kar tanesi girdi...Bir kargaşa uğultu büyük bir kalabalık...Ellerinde beyaz ve kırmızı pankartlar...Sonra kalabalığın ön önünde  dev gibi ''Kelime-i Tevhid'' bayrağı...Direğin üzerinde yükseldi...

                                          ***********
AL-İ İMRAN Suresi'nin 123.ayeti:4262=266. YUSUF HEMEDANİ: (Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi Hazretleri anlatıyor: Hicri 602 yılında Şeyh Evhadüddin Hamid Kirmani Konya'da bulunmaktaydı. Bana Yusuf Hemedani'den ilk defa bahseden odur. Kendi memleketinden Yusuf isimli büyük bir zatın gelip geçtiğini söyledi. 60 yıldan fazla irşad postunda kalmışlar. Bir gün dergahta otururken, gönlüne dışarıya çıkmak arzusu düşmüş; halbuki Cuma'dan başka günlerde dışarıya çıkmak adetleri değilmiş...Müridi, bu hali merakla peşine düşmüş...Şehirden çıkan AT...Kırlar...Uzaklarda viran bir mescit; AT bu mescidin önünde durmuş. İçinde heybetli bir delikanlı; başı önüne eğik, ruhuna dalmış, öylece duruyor. Şeyh manzaraya bakarak bir saat kadar ayakta beklemiş. Nihayet genç başını kaldırıp onu görüyor...Ve ilk işi, kalbine ukde olan bu meseleyi Şeyh'e sormak...Cevabını alınca, yüzü aydınlanmış, ferahlamış...Bunun üzerine YUSUF Hemedani, gence, ''içine böyle ukdeler düşünce daima bana gel ve sor; beni buralara çekme, zahmet verme!''...Genç ona dalgın dalgın bakarak: ''içime bir ukde düşünce sana kadar gelmek mi? Böyle anlarda dağların, kırların her taşı benim için bir YUSUF'tur!''...Ve Şeyh, gencin karşılığına hayran. -ŞEYH-İ EKBER: Sadık ve candan mürid, sadakat ve samimiliğiyle şeyhini ayağına kadar cezbeder.):266.

NİRX.(Kürtçe):Nefs muhasebesi:266
DAREYN: Her iki dünya:266

DEFTER: (Yunanca, ''iki kanatlı'' manasına gelen bir kelimeden alınmıştır...Şeyh Necibüddin Şirazi Hazretleri: Bir vakitler batın büyüklerinin sözlerinden elime küçük bir defter geçti. Okudum ve aşık oldum. Bu sözlerin sahibini bulmak ve eteğine yapışmak, ondan gerçek ilmi ve ötesini elde etmek istedim. Bir gece rüyamda, ak sakallı bir PİR gördüm. Nurlu ihtiyar, dergahın şadırvanına gidip abdest almaya koyuldu. Sırtında ak bir kaftan. Bir de ne göreyim? Beyaz kaftanın üzerine altun yaldızlarla AYET-EL KÜRSİ yazılı. Kaftan hep bu ayetin yazılarıyla dolu. Arkasından gidip yanına durdum. Beni gördü, sırtından çıkardı ve bana verdi. Kaftanın altından, daha güzel bir yeşil kaftan çıktı. Onda da aynı...Büyük harflerle ve altun yazıyla aynı ayet. Onu da bana verdi ve dedi: ''Ben abdest alıncaya kadar bunları sakla!''...Ve abdest aldı. İşi bitince sordu: ''Bu kaftanlardan birini sana vereceğim, hangisini istersin?'' İkisinin de birbirinden güzel olduğunu ve hangisini dilerse onu vermesini söyledim. ''Ben, eline geçen defterdeki YUSUF Hemedani'yim, onları sevmekle beni kendine çekmiş oldun. Aşk: bizim yolumuz budur! dedi ve yeşilini bana vererek, beyaz kaftanı sırtına geçirdi. Başka eserleri de bulunduğunu bildirerek, isimlerini...Uykudan uyanınca ruhumun büyük bir aşkla ve şevkle dolduğunu hissettim ve hep  rüyanın nurani izlerinden yürümeye çalıştım!:) 684

MAHLUCE : Rey ve fikri doğru olmak:684
HALENC: Ağaç, şecer:684
SALİH İzzet Erdiş: (Levha:Mayıs 2006...Birinin önünde MÜNŞEAT ''Önsöz-Bayramlık'' isimli kitab var, ona bakıyor. Sonra kitabı kapatıp, ''Salih Mirzabeyoğlu'na BOLU Dağı kaftanı giydirildi '' diyor - NESLİHAN Erdiş):1683=684

BOLU Dağı Kaftanı:701: Osmanlı...BOLU Dağı Kaftanı:1700: Tefekkür...BOLU Dağı Kaftanı: 1690: Mehdi Kaftanı...Bolu - Ba(ğ)lu-Ba(ğ)lum...Abdülhakim Arvasi Hazretleri'nin kabrinin bulunduğu Bağlum Köyü...KABR:302: MİRZABEYOĞLU.(*)

                                               **********
DEVLET
(FİKİR ve KALIB)

MATLA' BEYİT: Münasibdir be-gayet ruh-ı raha kalıb-ı mina / Felatun'a sezadır came-i Camasb-ı mina. (Şeyh Galib)...Gayet münasibtir ruh şarabına şişe kalıbı / Eflatun'a yaraşır mina renkli Esrar-ı Acem sarığı.

Birinci mısraın ebcedi:2432
Salih Mirzabeyoğlu: (LUGAT:1430=431: MÜTEŞAHHIS-Şahsını tanıyan...YEKTA-Tek, eşsiz: 431 : NEŞŞAF - Emen. Bir şeyi kendine katan.):1431 =432
KASİDE-İ ERCUZE: Hazret-i Ali'nin istikbalden haber veren meşhur kasidesi: 432.
BEDİHİYYAT:Delil ve isbatına lüzum olmayan sarih ve açık şeyler: 432.
ALAT: Vasıtalar. Aletler:432

Birinci mısraın ebccedi:2432=434.
RÜZGAR:Zaman, devir, hengam, vakit. Dünya, alem. Yel, ruh:434
İLM-İ HURUF: Harflerden mana çıkarma ve yorumlama ilmi. Kültür:434
BELEGAT: Hitabettiği kimselere düzgün ve güzel söz söyleme sanatı, ilmi. Bu ilim, maani, beyan, bedi' diye üç kısma ayrılır:434

İkinci mısraın ebcedi:711
KUVVE-İ TAHAYYÜL: Tahayyül kuvveti: 1711
AHLAF: Halefler. Birinin yerine kaim-i makam olanlar. (HULEFA-İ Mehdiyyin, hatırlanmalı):712=1711
CAZİBE: Çekme kuvveti. Letafet zamanı. Hüsn-i cemal:711
AZİYY: Deniz dalgası:711
ESİR: Bütün kainatı kaplayan HEBA'yı andırır latif madde:711
SÜREYYA: Ülker (Pervin) takım yıldızıdır ki, altı veya yedi yıldızdır. İkişer ikişer ve Ay'ın geçtiği yerlere yakın dururlar. Gerdanlığa benzemesinden dolayı IKD-I Süreyya tabir edilir:711

BEYT'in Toplamı:3143.
ABBASİ: Allah Sevgilisi'nin amcası Hazret-i Abbas'ın neslinden olanların, kurdukları devletin ismi. Bu Devlet'e mensub olanlar:143

BEYT'in Toplamı:3143=1145.
RAHMAN Suresi, 19 ayet:1145.
SUADİ: Topalak otu. Kust otu:145.
SUUDE: Mübarek saymak. İyi addetmek:145.
NESİKE: Hak yolunda kesilen kurban. ''Bedene: Kurbanlık deve'':145.
FEYNE: Saat. Zaman :145.
HOLMS. (İngilizce): Nehir veya göl ortasındaki adacık. (Ada. Berzah):145.

BEYT'in Toplamı:3143=146.
SECENCEL: Ayna. (Neer: Şair. Hiç:252: Kumandan...Şiirin HİÇ'e yaklaştığı yer, onun sana verdiği doğrudan veya dolaylı imkan yanında, senin ondan kendinde olanı tanıma imkanındır ki, bu onu İlahi marifeti aksettiren keyfiyeti neyse o bir AYNA olması demektir.

''Ben kulumu kendi marifetime ulaşması için yarattım !'' buyuran Allah yolunun hakiki yolcuları VELİ tabiatında onun imkandan daha fazla bir şey olan TASARRUF'u yanında, mümin veya kafirin onda kendini görüşü kabilinden misaller, ''İradesi Allah'ın iradesi olmuş insan'' sıfatıyla Veli'nin bu keyfiyette AYNA oluşudur. Ayna, kendine bakanla bilinir olandır-görünür olandır. GÖRÜNTÜ lafzı yerine kendi sıfat ve idrakını, Ayna makamına da sana sözkonusu imkanı veren sıfat ve idrakı koy: Ayna der demez akla bildik sırçalı cam gelmesin - yoksa saçmasapan akıl yürütmelere gidersin. Allah'ın vücud sıfatının ''hiçliğin de olmadığı hiçlik'', öyleyse hem Ayna ve hem VÜCUD'unu gösteren bir Aynada akis, topyekun varlığın bu Ayna'daki akisten yokluk Aynalarında tecelliler olduğunu...Neticede şiir, varlık aynasından
tahassüsle kendi ölçülendirmeleri ile çıkmış bir eserdir; bir AYNA...Şeyh Galib'in MATLA' beytinin ikinci mısraı: ''Eflatun'a yaraşır sırça renkli Esrar-ı Acem elbisesi!''...MİNA: Şişe, sır'dan. Altun, gümüş gibi madenlerden yapılmış eşya üzerine vurulan yeşil, lacivert veya gök mavisi renginde şeffaf veya donuk cama benzeyen sır tabakası...ELBİSE: Manada sıfat...CAMASB: Farisi Keyaniler'den Keykuştasb'ın veziri, hikmet ve heyette yüksek ilmi vardır. Eski Farsça ile yazdığı ''Ferheng-i Müluk: Hükümdar Tuzağı'' ve ''Esrar'ı Acem'' adıyla yazdığı kitab, bugün Camasbname adıyla anılır...ASB'ın, ''sarık, sarmaşık, olgunluk, bağlılık, örtü'' manalarının BERZAH'a bakışı, Cam'ın neye ayna olduğunu da belirtir...ZİYA Paşa'nın bir beyiti: ''Geldi nice bin müluk bu DEHRE / Hep uğradılar bu derd ü kahra''...ACEM: Çekirdek. Farisi...Farsça için, ''veliler lisanı'' dendiğini hatırlayınız...''ESRAR-I Acem elbisesi''nin EFLATUN'a, eskilerin Eflatun-u İlahi dedikleri filozofun şahsında mütefekkirlere layık  olduğu belli...EFLATUN:176=1175:MEHDİ Salih İzzet Erdiş.):146

YALUL: Beyaz bulut. Çift hörgüçlü deve. Su yüzünde peyda olan kabarcık. (Ab-süvar: Su üstünde yüzen. Sudaki kabarcık...Süvar: Suvari, kaptan...Sü-vari: ARŞ'ı kaplayan suya benzer bir tabaka...Süver:Sureler...Suver: Suretler. Boynuz...İki boynuz: Zahir ve batın.):146 (**)
                                 
                                            ************
HATT-I MİR-ALİ

MATLA' Beyit: Keşide kaşlarına hatt-ı Mir Ali derler / Ya Zü'l-fikar ile resm-i siyencli derler - (Şeyh Galib)...''Uzun kaşlarına Mir Ali hattı derler - Veya Zülfikar kaşların çizdiği resim derler.''

İSLAM Halifesi. (Halife; ardından gelen...Şimdi, geçmişe nazaran istikbal; sonra, şimdiye nazaran istikbal):922:NAKŞİ Necib Fazıl Kısakürek...MUZTACİ'-Yan tarafına uzanan, yan tarafına yatan. (LEVHA:25 Haziran 1985...Sapanca Gölü.''...'' Ve yan tarafına uzanmış, büyük bir tepe cüssesindeki muazzam MERYEM Ana heykeli!) :922: İŞTİRAK -Ortak olan. Bir işte yer almak. Bir lafızda birçok manalar müşterek olmak...MERYEM-İsa Aleyhisselam'ın annesinin adı. Süryanice'de ''hadim'' manasına gelir. (Hadim, ''hizmet eden, hizmet edilen'' ve ''ruhi yapışılanda kendinde kuvveti bulmak''tır.):290: İSA-Mehdi Muhammed...NEFİ'den bir beyit: ''Devr-i zaman-ı Ahmed-i Muhtarı andırır / Şemşiri Zülfikar-ı Ali'den nişan verir''...AHMED-İ Muhtar: Seçilmiş, üstün Ahmed manasında, Allah Sevgilisi'nin isimlerinden ikisi...ZÜLFİKAR-İki parçalı, ucu çatal gibi. Hazret-i Ali'nin kılıcının ismi. (Zu:Sahib...El:Harf-i tarif...Fikar:Yarık, çatlak. Delik.): 1118:MESİH-Birşey üzerinde el yürütmek, o şey üzerindeki eseri gidermek. ''Tozu almak gibi''. İSA Aleyhisselam'ın, mesh ile hastaların hastalığını gidermesinden dolayı vasfı...HALFE-Yemin etmek, and içmek: 118:ÇOCUK. (Faal güçleri kendinde toplayan)...HIM'Kurt. Sırtlan. Ezel. (Siccin: Daima olan tabiattan...Ezel, evveli bilinmeyen zamandır; İsa Aleyhisselam,  Allah'tan gelen ruhun-kelimenin Cebrail Aleyhisselam tarafından Hazret-i Meryem'e üflemesiyle, siccin denilen tabiattan yaratıldı...AYN harfi, Allah'ın BATIN ismine ve mertebede KÜLLİ Tabiat'a işaret eder): 118 : HASAN-Güzel. (Ruhla idrak edilen)...LEFH-Yakmak. Vurmak. Nüfuz etmek. Fakirlik. Fani olmak. Karga. (Keraker-Karga.Siyah renginden dolayı Ku'an'da ululukla vasfedilmiştir: 441: Telezzüc - Yapışkan olma. Çekilip uzanma...Kırakürek: 441: Salih Mirzabeyoğlu...Harak:Ateş, yakan. ''Harika'': 308: Arvasi) : 118 : MÜLAZIM- Bir kimseye bağlı olan.

İSA-MEHDİ Muhammed:293:Şeyh Galib'in bir MATLA' Beyti'nin ilk mısraı. (Husul-i akla teklif olmasa divane kalmaz hiç...Aklın üreme ve türemesine teklif edilen olmasa, divane kalmaz hiç!)...ŞEYH Galib'in MATLA' Beyti'nin ikinci mıraı. (Harim-i aşk mestur olmasa bi-gane kalmaz hiç...''Aşk haremi örtülü olmasa, kayıtsız kimse kalmaz hiç!''; ehli kalbin ''zevk etmeyen ne bilsin!'' dediği, muhal farz ''idraksizlik olmasa''- örtülülük, idrak derecesine nisbetle...Mestur-Örtülü, gizli:706:Fikir Kahramanı):860:TENKİŞ-Nakşetme, nakışlama, resim çizme. (***)

                                           ***********
        
O şiir, Allah'tan dinleneni söyleyenin:


SAD kıymetli bir harftir / Sad içinde Sad ise daha sağlamdır / Dersen ki delilin nedir? Onu bulurum / Kalbin içinde muallakta / Çünkü o dönüşün şeklidir / Dönüşten daha önce olan yok / Bu gösterir ki şübhesiz ben / Yolda muvaffak olmuşum / Allah uğrundaki kasdımı gerçekleştirmişim / Hakk Hak ile amaçlanır / Deryada derinlik varsa / Kalbin sahili daha derindir / Senin kalbin benden daralmışsa / Başkasının kalbi daha dardır / KARUNLUĞU bırak kabul et / Tasadduk eden arkadaştan / Muhalif olma bedbaht olursun / Benim katımda kalb asıldır / Onu aç yar ve de / Tam öğrendiğin fiili yap / Ey kalbi katılaşmış kişi / Kalbinin kapısı ne zaman kadar kapalı kalacak? / Senden başkasının fiili saftır / Senin fiilinin yüzü ise keduret / Biz öyle davrandık ki / Yumuşaklıkta yumuşaklık daha iyidir / Şayet gelirsen sana giydiririrz / Azad edilmiş lütuf elbisesini / Cerir gibi olmayasın / Çünkü hala Ferezdek'i hicvediyor / Sen benim medhimi söyle / Çünkü benim medhim / Güneş'in doğduğu yerden daha parlaktır / Bir kayıd ve şart olmaksızın tıpkı ilmim gibi / Hakikatte o da mutlaktır / ''Görmez misin santrançta şaha / Bir piyon tuzak kurar'' / Benim hakkımda bir görüş söyleyen / Bu görüşü söyleyen ahmaktır / Bir vehim nedeniyle sayıklar / Onun yapmacık konuştuğunu görürsün / Herhangi bir insan bir söz söylese / Zikir o sözden daha doğrudur / Ben ARŞ sahibi muktedir olanım / Yok olmam ve yaratırım / Yarattıklarıma elçilerimi gönderdim / AHMED de doğruyu getirdi / Doğru adına benim adıma mücadele etti / Bazen korkuttu ve ürküttü / Uğrumda düşmanlarla savaşarak / Bölünmelere karşı nasihat ederek / Kulumla onlara yardım etmeseydim / Boğulmayacak olanı boğmuş olurdun / Kuşkusuz gökler ve yer / Azabımdan parçalanır ve yarlır / Siz itaat ederseniz kuşkusuz ben / Ayrılan şeyi birleştiririm / Hepsini ebedilik Cenneti'nde topla / Hoş kokan bahçeler içinde / Bütün kalbler bu haldedir / Ben Hakkım harekete geçiririm / ''Rüyam'da Sad harfinin özelliklerini görünce uykudan kalktım / Dinlemeyi bıraktım ''...SAD-I Ekber: Müşteri yıldızı...SAD: Uğurlu addedilen:90:MALİK. (****) 


NESLİHAN DAĞCI  


(*) Salih Mirzabeyoğlu ÖLÜM ODASI b-yedi ''TARİH'', İbda Yayınları, İstanbul, 2013, S:803-804-805
(**) Salih Mirzabeyoğlu ÖLÜM ODASI b-yedi ''MATLA' BEYİTLER'', İbda Yayınları, İstanbul, 2013, S:32-33-34
(***)Salih Mirzabeyoğlu ÖLÜM ODASI b-yedi ''MATLA' BEYİTLER'', İbda Yayınları, İstanbul, 2013, S:400-401
(****) Salih Mirzabeyoğlu ÖLÜM ODASI B-7 (Öldüren Açan ) Baran Dergisi, Sayı: 342 












Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Kim, Kim"dir -Horuzun Öttüğü Vakit - (2.Bölüm)

Günümüz Müslümanlarının en büyük problemi Hz.Mehdi asm var mı yok mu düşüncesi. Kur'anı Kerimi aklı ile anladıktan sonra ''Peygamber''e de luzum bırakmayan bir topluluk için elbette ''Melhameler'' yani meydana gelen hadiselerin bir önemi yoktur.  Tıpkı ''Meteryalist'' kafadakilerin bunlar ''Metafizik'' saçmalıklar diyip kestirip atması gibi. Peygamber''e luzum ve ihtiyaç bırakmayan yani ''Peygamber''siz İSLAM, daha doğrusu ''Diyalogçu'' zihniyetindeki adamlara aradan ''Peygamber''i çıkardığında İSLAM'da kalmaz dediğinde ''aval, aval'' suratına bakar. Bir kişinin ''Müslüman'' olması ancak ve ancak ''Peygamber''e BİAD ile mümkündür. Kur'anı Kerimde ''Allah ve Resulüne'' itaat emri bunlara uğramamıştır. Peygamberi aradan çıkardığında ''ŞERİAT''e kalmaz. ŞERİAT Peygamber a...

GÜNDEM MAK-ARASI

KIY-AMET  / GÜL-MEZ Sayın Okuyucular Bugünlerde her ne yazsam gündem öyle bir hızla değişiyor ki ne diyeceğimi ne konuşacağımı şaşırıyorum. Sanki bütün dünya birleşmişte beni yalancı çıkarmak için uğraş veriyor. Tam bir -BAŞ-MAKALE yazıp ünlü olayım diyorum, bi bakıyorum bir anda gündem değişiyor. Benim dediklerim çöpe gidiyor tabi. Şimdi nerden çıktı şu Mescid-i Aksa ? Ne güzel konuşuyor yazıyor çiziyor size de bal gibi okutuyordum. Ben ne talihsiz adamım hiç mi hayatımda bir gün bile yüzüm Gül-meyecek ! Anam adımı Tayip Gülmez koymakla bana kötülüğün en büyüğünü etmiş mi oldu şimdi? Gerçi anamın ne suçu var  Dünyada  artık öyle şeyler oluyor ki, kim olursa olsun YALAN söyleyen herkesi hiç abartısız ANLINDAN mıhlıyor. Ve söylediklerini boşa çıkarıyor. Ne kadar PUTU dikilmiş heykel varsa bir bir yıkılacak bir zaman diliminin içine düştük sanki. Bende kalem sallayan halkın aklına üfleyen bir sanatkar olarak galiba böyle bir PUTSAL duruşun yı...

AYASOFYA

'Beytu'l-Makdis'in imarı Yesrib'in harabıdır. Yesrib'in harabı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame İstanbul'un fethidir, İstanbul'un fethi Deccal'in çıkmasıdır!' buyurdular. Sonra elini (Resulullah), konuşmakta olduğu kimsenin (yani Hz. Muaz'ın) dizine vurdular ve: 'Bu söylediğim kesinlikle hakikattir. Tıpkı senin burada oturman hak olduğu gibi.' buyurdular." Hz. Muaz burada kendisini kasdetmektedir. (Yani Aleyhissalâtu vesselâm'ın konuştuğu ve dizine elini vurduğu kimse Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh)'dir.)" [Ebu Davud, Melahim 3, (4294). Beytu'l-Makdis, Mescidu'l-Aksa denen Kudüs şehrindeki mukaddes mesciddir. Bugün orada "Süleyman Mabedi inşası için kazılar yapılıyor, Mescidin altı oyuluyor. Orada yaşanacak bir çökme veya bu kazı çalışmaları yeniden imar anlamına gelebilir. Kudüs'ün başkent ilan edilmesi bu işlemin hızlandırılması anlamına geliyor olabilir. Yesrib, Medine-i Münevv...