GİRİŞ
Bugün İnsanlık tarihini incelemede kullanılan Arkeoloji bilimi ve çerçevesinde -bilimsel bulgular- olarak kabul edilen ve bazı tabletlere dayandırılan inceleme sonuçları ne kadar doğru?
Bazı bilim adamlarının bazı tablet yazılarını örneğin ''Aramice'' yazılmış tabletleri ''Akatça'' diyerek okumaları, yine ''Aramice'' yazılmış tabletleri ''Hititçe'' diye okuduklarını ve toplum hafızalarından kaçırdıkları gerçeklerin ve böylelikle insanlık tarihini şekillendirmeye çalıştıklarının farkında mıyız?
Dünkü bilim adamları gibi bugünkü bilim adamları da bütün bu arkeolojik verileri tanımlandırırken bütün gaye ve amaçları ''Dinsiz bir Tarih'' insanlık tarihi yaratmak. Buna bağlı olarak ''İnsanlık Tarihinin'' başladığı merkezi bölgeyi dünya kamuoyundan kaçırarak kendi amellerine alet etmek olabilir mi?
Bugün savaşların beşiği haline gelen ve batı tanımlaması ile ''Ortadoğu'' diye isimlendirilen bölgenin üzerinde gerçekleşen yıkım ve tahribatın tek sebebi ''Petrol'' mudur sizce?
Özellikle ''Irak İşgalinde'' Irak'tan yüzlerce tarihi kalıntının batıya kaçırıldığı ve binlerce kitabın yakıldığı düşünülürse burada bitmeyen savaşların sebebini sadece ''Petrol''e bağlamak, batının bizden inanmamızı istediği şey olduğunu görürüz.
Aynı şey bugün ''Suriye'de yapılırken, ''Ortadoğu tarihine'' ait binlerce tarihi kalıntı tıpkı Irak'ta olduğu gibi ya çalındı ya yakıldı ya da yıkılarak tarih sahnesinden silindi.
Bütün bu olan bitenler karşısında bizler hala bir takım bilim adamlarının gerçekle alakası olmayan varsayımlarını ''bilimsel'' kabul edip ''İnsanlık Tarihini'' bu veriler etrafında şekillendiriyoruz.
Acaba, Hz. Adem Aleyhisselam ile başlayan ''İnsanlık Tarihi'' boyunca Kur'ani Kerim'de ismi zikredilen 25 Peygamber yine bir hadisin işaretine göre 124.ooo Peygamber ki bunların 313 tanesinin ''Resüllük'' yaptığı (*) zaman dilimi, niçin bu tarihi arkeolojik kazılarda ortaya çıkmıyor.
Ya da çıkıyor da biz mi bilmiyoruz...
Örneğin, özellikle ''Alman Arkeologlar''ın kazı çalışmalarında elde ettikleri bulguları ''İncil'' ile bağlantılı incelediklerini ve 13 yıldır üzerinde çalıştıkları halde sadece bir bölümünü ortaya çıkarabildikleri Şanlıurfa'daki ''Göbeklitepe'' höyüğünden yola çıkarak ''İncil''i doğrulatmaya çalıştıklarını biliyor muydunuz?
Yine Suriye'de bulunan ''Ebla Tabletleri''nin ''Tevradı'' doğruladığı iddiası ve bu bölgeleri ''İsrail'' sınırları içinde gösterme gayretlerini.
Burada göze çarpan şey ''Bilim Adamlarının'' tarihi bulgulara bile ''Hristiyanlık ve Yahudilik'' nispeti kurarak kendi medeniyetleri içerisinde gösterme gayretleri.
Onca ''Tableti'' Akadça, Hititçe, Sümerce okuyan bilim adamları ne hikmet ise bu tabletlerin hiçbirinde tek bir 'Peygamber'' ismine rastlamamıştır. ''Ebla Tabletleri'' haricinde...Ebla tabletlerinde Hz.İbrahim Aleyhisselamın ismine ve ''Tevrat''ta geçen bir takım kelimelere rastlanıldığı söylenir.
Buna göre;
Babil'de ki kalıntılarda çıkan o döneme ait bir şarkı parçasının bile notalarını yazmayı akıl eden insanlığın hiçbir peygambere değinmemiş olması normal mıdır sizce?
Bu tür şeyler normal olmasa bile bugünkü bilim adamları bu verileri tahlil edecek ilme haiz olmadıkları için varsayımlarla yola çıkarak, ihtimal hesapları üzerinden tespitlerini paylaşmaktalar. Bilinenin bilinmediği yerde bilginin de olmayacağı hesap edilirse ''eldeki bir çok kalıntının'' üzerinden doğru bir bilgi paylaşımı yapılmadığını söyleyebiliriz.
''Bilgi'' olmadan ''Bilinemezliğe'' ''Bilginin'' sahibinin ''Allah'' olduğuna ve ''Peygamberler bildirmeseydi insanlığın hiçbir şeyi bilemeyeceğine'' güzel bir örnek olarak ''Gılgamış'' destanında yer alan ''Ölümsüzün'', Hz.Nuh Aleyhisselam olduğunu söyleyemezdik. ''Ölümsüzlük Otunu'' arayan ''Gılgamış''ın ''Hz.Nuh Aleyhisselam ile konuşması ve ''Ölümsüzlük otunu'' araması etrafında gelişen destan aslında, ''Gerçek İnsan'' olma yolunun kayıtlanmış halidir.
''Gılgamış'' destanına ait tabletler ''Ninova''da bulunmasına rağmen, destanda ''Uruk''un anlatılması ve ''Uruk'' tasvirinin ''Göbeklitepe'' ile benzerliği etrafında çok şey söylenebilir. Yeri geldikçe değineceğimiz bu konuya ara vermeden önce şunu belirtmekte fayda var, bir çok tarihçi ''Gılgamış''ı aynı zamanda tahrip etmiş anlam ve mana kayması yaşatmıştır. Mesela bazıları ''Babil'deki parçaları tasvir ederken bozulduğunu o bozulan satırlara anlam yükleyerek orjinal metinmiş gibi yazdıklarını söylemektedir. Yine ''Gılgamış'' ta anlatılan ''Rüya''ların yoruma yani tabire muhtaç olduğunu bilmeden, Gılgamış'ın annesine anlattığı rüyaların tabirine de bakılmadan, yok sayılmış bu rüyalar sakıncalı bulunmuş ve düzeltilmiştir. Böylelikle ''Gılgamış'' destanından gerçek metin olarak elde ne kaldığı da tartışmalı bir konu olmaya başlamıştır. Yine destandan öğrenildiğine göre ''Uruk, Tufandan sonra kurulan ilk şehirdir ve ''Gılgamışa'' kadar 7 bilge kral tarafından yönetilmiştir. Hz.Nuh Aleyhisselamdan ise ''Toprak altındaki suyun ilmine sahip bilge kral'' olarak söz edilir. Yine destanda ''Enkidu'' nun, çift boynuzlu bir taç takdığı, çok kıllı ve üzerinde bir hayvan postu ile dolaştığı, ''Enkıdu''nun -Gılgamış- gibi tavsir edildiği bölümler vardır.
Burada ''Gılgamış'' destanına daha sonra değinmek için ara verip önemli bir bilgiye yer verelim.
Batı Dünyasının bize ''Ortadoğu'' diye yutturduğu ve tanımladığı bölgenin tarih boyunca bilinen gerçek adı ''Bereketli Üç Hilaldir.'' Fırat ve Dicle nehirlerinin kıvrımlarına nispeten bölgedeki şehirlerin çoğuda bu isimle anılmışlardır. Mesela ''Cizre''ye Dicle nehrine nisbeten ''Yarım Ay'' şeklinde olduğu için bu anlama gelen ''Cizre'' denilmiştir. ''Bereketli Üç Hilal'', Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusundan başlayarak Filistin'e kadar geniş bir sınıra sahiptir. ''Bereketli Üç Hilal'' isimlendirmesi ''Tufan''dan sonra kullanılmıştır. Kur'anı Kerimde geçen 25 Peygamber ''Bereketli Üç Hilal'' sınırları içinde yaşayan halklara tebliğde bulunmuşlardır.
Onca ''Arkeolojik'' kazılara rağmen geçmiş ve günümüz bilim adamlarının, ''Bereketli Üç Hilal'' sınırları içinde yaşamış Ad Kavmine, Semud Kavmine, Medyen ve Eyke Halklarına, Lut Kavmine, Ashabu'l Karye'ye, Seylü'l Arime (Sebe Kavmi), Ashabu'l-Cenneh (Bahçe sahipleri)'e, Ashabu's-Sebt'e, Ashabu'l- Uhdud'a, Tübba kavmine ait veriler bulamamış olması mümkün müdür?
Yerin kat ve kat altından fışkıran saraylar, heykeller, tabletler hangi kavimlere ait olabilir ki?
Bizim ''Batı Arkeologlarına'' ait varsayımlarla ''İnsanlık Tarihi'' okumalarımız ne kadar doğru?
GILGAMIŞ ve NUH TUFANI
Tarihi bilgilere göre ''Gılgamış'' destanı, M.Ö 2000-3000 yılları arasında ''Sümerce'' 12 adet kil tablete yazılmış ancak M.Ö 1800'lü yıllarda ''Babil''de yine M.Ö 1250 yıllarında Kassitler çağında yaşamış Sin-Lekke-Unnini adında bir şair tarafından yazılmıştır. Yani üç farklı versiyonu var. Destanın Sümerce yazımının anlaşılması oldukça zordur deniliyor. Ve M.Ö 1800 yıllarda Babil kralı Hammurabi (M.Ö 1792-1750) zamanında tekrar yazılmış ancak Gılgamış Destanı'ın üç tableti bulunamamıştır. Gılgamış Destanı 1855'te Ninova'da yapılan kazılarda, Asur Kralı Asurbanipal'in M.Ö VII. yüzyılda derlettiği tabletler bulunmuş, daha sonra Türkiye-İran sınırında ve Irak'taki Nippur antik kenti kazılarında bulunan tabletler de eklenmiştir. Ayrıca Türkiye'de Sultantepe ve Boğazköy'de yapılan kazılarda da destanın izi bulunmuşsa da henüz tümü gün ışığına çıkarılmamıştır.
Sultantepe Şanlurfa'da, Boğazköyde Çorumda yer almaktadır. Hititler döneminde ''Doğu'' işgalleri esnasında bu bölgeye ait bütün ''Medeniyet'' ve o bölgenin ''Din Adamları''da esir alınarak Batıya taşınmış. Ve bu ''Medeniyetin'' üzerine ''Hitit'' medeniyeti kurulmuştur.
2000 yıl boyunca 300 km alanı site devletleri yani federasyon biçiminde ''Bağımsız bir lidere'' bağlı olarak yöneten, ilk yazı, ilk yerleşik hayat gibi bir çok şeyin ilkine imza atıp büyük bir medeniyet kuran ''Sümerler'' kendilerine ''Kenger'' diyordu.
''Kenger'' Kürtçe'de ''Dikenli bir bitkinin adı''dır. Bir çok hastalığa şifa kaynağıdır. ''Gılgamış Destanının'' ''Ölümsüzlük otunun'' tarifinde Utnapiştim: ''Gılgamış, sana gizli bir şey açayım. Ve hiç kimsenin bilmediği biricik otun yerini sana söyleyeyim: bu tıpkı deve dikenine benzer, ama dikenleri gül dikeni gibi keskindir; yaklaşana batar. Sen bu otu eline geçirmek istersen, eline batacağından korkma'' diyerek tanıtır.
''Gılgamış'' herkesin bildiği gibi bu otu, denizin dibine dalarak çıkarır.
(Kust otu - ''Kaptan Kusto Müslüman'' -Dünya Çapında Bir Hadise başlığı altında Kust Otu etrafındaki çalışmalarında Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, bu otun ''BERZAH'' ilmi ile alakasını deşifre eder. Bknz: Esatir ve Mitoloji ''Güneş ve Ay)
Bir iddiaya göre Kureyşliler, Kengerlerin (Sümerlerin) tesis ettiği ''Sumer Kutha'' şehrinden göç ederek ''Arabistan'' topraklarına yerleşmişlerdir.
Kendi kaynaklarında kendilerine ''Kengerler'' diyen Sümerlere Tevratta, ŞINAR, Akadça'da ŞUMER, eski Mısır Yazıtlarında ''SNGR'', Hititçe'de ''ŞANHAR'' denilmiştir.
Şirnak ilimizin Süryanice ismi ''Şera Nuh'''tur. Yani ''Nuh'un İstirahatgahı''. Ve Cudi Dağı'na Süryanice ''Ture Kardu'' denilmektedir.
Nuh Tufanı'ndan önce, Eridu (Ebu Şahreyn), Bad Triba (El Medain), Larsa (Es Senkereh), Sippar (Ebu Habbah), Şuruppak (Fara) gibi şehirlerde yaşayan Sümerler (Kengerler), Tufandan sonra ise Uruk, Ur ve Kiş şehirlerini kurmuşlardır.
''Gılgamış''ta Uruk şehrinin kralıdır. ''Şuruppak'' ''Gılgamış'' destanında Fırat Nehrinin kenarında kurulmuş bir şehir olarak geçmiştir. Destana göre Tufandan önce ''Bilginler- Tanrılar'' orada toplanmış ve bu toplantıdan sonra ''GEMİ'' yapılmaya başlanmıştır.
Destan'da da geçen Bilginler-Tanrılar ''Utnapiştim''in anlatımına göre ''GEMİ''de olanlardı. Yine destana göre bu bilginlerin hepsi ''erdemli'' insanlardı ve İnsan Üstü kimseler olmuşlardı. Uruk şehrini de bu yedi bilgin insan yönetmiştir. Bunlar ''Çift Boynuzlu'' bir taç takarak ''erdem'' derecelerini gösteriyorlardı. Bazı kalıntılarda elde edilen kabartmalarda görselleri mevcuttur. Bilginlerden ve Tanrıçalardan kadın olanlarından birinin nikahının ''GEMİ''de kıyıldığını söyler Utnapiştim. Ve ''Gılgamışta'' ''GEMİDE'' nikahı kıyılan ''Tanrı ve Tanrıçanın'' çocuğudur.
Yine Şanlıurfa ''Göbeklitepe''deki kazılarda boynuz figürlü mezar taşına benzer kare taşların çevrelendiği mekanlar tespit edilmiştir.
Eski İnanışa göre ''Dünya BALIK ve ÖKÜZÜN Boynuzları üstünde'' durmaktadır.
''Sümerli Enok'a göre ilk bilge öğretici komutan sudan çıkmış olan, BALIK ADAM'dır..''
Gılgamış Destanı adındaki ŞİİR'de ''Gılgamış ve Göklerin Boğası'' adlı bir bölümde vardır.
Gılgamış destanının bulunduğu Asur'luların kurduğu Ninova, Hz. Yunus Aleyhisselamın yaşadığı şehirdir aynı zamanda.
Diyarbakır'da ''Ziyaret Tepede'de çıkarılan ve M.Ö 2500 yılına ait bir tablette Tarihçilerin ''Çivi Yazısı'' dediği yazı ile yazılmış ''Aramice'' kelimeler tespit edilmişti.
Hz.Nuh Aleyhisselam'ın üç oğluna üç ayrı dil tahsis eden tarihçilere göre ortada ''Aramca'' denilen bir dil yoktu ve birden bire ortaya çıktı, çıktığı anda da ''Sümerceyi, Akadçayı, Asurcayı'' sildi süpürdü.
Aysel Değirmenci
Acaba, Hz. Adem Aleyhisselam ile başlayan ''İnsanlık Tarihi'' boyunca Kur'ani Kerim'de ismi zikredilen 25 Peygamber yine bir hadisin işaretine göre 124.ooo Peygamber ki bunların 313 tanesinin ''Resüllük'' yaptığı (*) zaman dilimi, niçin bu tarihi arkeolojik kazılarda ortaya çıkmıyor.
Ya da çıkıyor da biz mi bilmiyoruz...
Örneğin, özellikle ''Alman Arkeologlar''ın kazı çalışmalarında elde ettikleri bulguları ''İncil'' ile bağlantılı incelediklerini ve 13 yıldır üzerinde çalıştıkları halde sadece bir bölümünü ortaya çıkarabildikleri Şanlıurfa'daki ''Göbeklitepe'' höyüğünden yola çıkarak ''İncil''i doğrulatmaya çalıştıklarını biliyor muydunuz?
Yine Suriye'de bulunan ''Ebla Tabletleri''nin ''Tevradı'' doğruladığı iddiası ve bu bölgeleri ''İsrail'' sınırları içinde gösterme gayretlerini.
Burada göze çarpan şey ''Bilim Adamlarının'' tarihi bulgulara bile ''Hristiyanlık ve Yahudilik'' nispeti kurarak kendi medeniyetleri içerisinde gösterme gayretleri.
Onca ''Tableti'' Akadça, Hititçe, Sümerce okuyan bilim adamları ne hikmet ise bu tabletlerin hiçbirinde tek bir 'Peygamber'' ismine rastlamamıştır. ''Ebla Tabletleri'' haricinde...Ebla tabletlerinde Hz.İbrahim Aleyhisselamın ismine ve ''Tevrat''ta geçen bir takım kelimelere rastlanıldığı söylenir.
Buna göre;
Babil'de ki kalıntılarda çıkan o döneme ait bir şarkı parçasının bile notalarını yazmayı akıl eden insanlığın hiçbir peygambere değinmemiş olması normal mıdır sizce?
Bu tür şeyler normal olmasa bile bugünkü bilim adamları bu verileri tahlil edecek ilme haiz olmadıkları için varsayımlarla yola çıkarak, ihtimal hesapları üzerinden tespitlerini paylaşmaktalar. Bilinenin bilinmediği yerde bilginin de olmayacağı hesap edilirse ''eldeki bir çok kalıntının'' üzerinden doğru bir bilgi paylaşımı yapılmadığını söyleyebiliriz.
''Bilgi'' olmadan ''Bilinemezliğe'' ''Bilginin'' sahibinin ''Allah'' olduğuna ve ''Peygamberler bildirmeseydi insanlığın hiçbir şeyi bilemeyeceğine'' güzel bir örnek olarak ''Gılgamış'' destanında yer alan ''Ölümsüzün'', Hz.Nuh Aleyhisselam olduğunu söyleyemezdik. ''Ölümsüzlük Otunu'' arayan ''Gılgamış''ın ''Hz.Nuh Aleyhisselam ile konuşması ve ''Ölümsüzlük otunu'' araması etrafında gelişen destan aslında, ''Gerçek İnsan'' olma yolunun kayıtlanmış halidir.
''Gılgamış'' destanına ait tabletler ''Ninova''da bulunmasına rağmen, destanda ''Uruk''un anlatılması ve ''Uruk'' tasvirinin ''Göbeklitepe'' ile benzerliği etrafında çok şey söylenebilir. Yeri geldikçe değineceğimiz bu konuya ara vermeden önce şunu belirtmekte fayda var, bir çok tarihçi ''Gılgamış''ı aynı zamanda tahrip etmiş anlam ve mana kayması yaşatmıştır. Mesela bazıları ''Babil'deki parçaları tasvir ederken bozulduğunu o bozulan satırlara anlam yükleyerek orjinal metinmiş gibi yazdıklarını söylemektedir. Yine ''Gılgamış'' ta anlatılan ''Rüya''ların yoruma yani tabire muhtaç olduğunu bilmeden, Gılgamış'ın annesine anlattığı rüyaların tabirine de bakılmadan, yok sayılmış bu rüyalar sakıncalı bulunmuş ve düzeltilmiştir. Böylelikle ''Gılgamış'' destanından gerçek metin olarak elde ne kaldığı da tartışmalı bir konu olmaya başlamıştır. Yine destandan öğrenildiğine göre ''Uruk, Tufandan sonra kurulan ilk şehirdir ve ''Gılgamışa'' kadar 7 bilge kral tarafından yönetilmiştir. Hz.Nuh Aleyhisselamdan ise ''Toprak altındaki suyun ilmine sahip bilge kral'' olarak söz edilir. Yine destanda ''Enkidu'' nun, çift boynuzlu bir taç takdığı, çok kıllı ve üzerinde bir hayvan postu ile dolaştığı, ''Enkıdu''nun -Gılgamış- gibi tavsir edildiği bölümler vardır.
Burada ''Gılgamış'' destanına daha sonra değinmek için ara verip önemli bir bilgiye yer verelim.
Batı Dünyasının bize ''Ortadoğu'' diye yutturduğu ve tanımladığı bölgenin tarih boyunca bilinen gerçek adı ''Bereketli Üç Hilaldir.'' Fırat ve Dicle nehirlerinin kıvrımlarına nispeten bölgedeki şehirlerin çoğuda bu isimle anılmışlardır. Mesela ''Cizre''ye Dicle nehrine nisbeten ''Yarım Ay'' şeklinde olduğu için bu anlama gelen ''Cizre'' denilmiştir. ''Bereketli Üç Hilal'', Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusundan başlayarak Filistin'e kadar geniş bir sınıra sahiptir. ''Bereketli Üç Hilal'' isimlendirmesi ''Tufan''dan sonra kullanılmıştır. Kur'anı Kerimde geçen 25 Peygamber ''Bereketli Üç Hilal'' sınırları içinde yaşayan halklara tebliğde bulunmuşlardır.
Onca ''Arkeolojik'' kazılara rağmen geçmiş ve günümüz bilim adamlarının, ''Bereketli Üç Hilal'' sınırları içinde yaşamış Ad Kavmine, Semud Kavmine, Medyen ve Eyke Halklarına, Lut Kavmine, Ashabu'l Karye'ye, Seylü'l Arime (Sebe Kavmi), Ashabu'l-Cenneh (Bahçe sahipleri)'e, Ashabu's-Sebt'e, Ashabu'l- Uhdud'a, Tübba kavmine ait veriler bulamamış olması mümkün müdür?
Yerin kat ve kat altından fışkıran saraylar, heykeller, tabletler hangi kavimlere ait olabilir ki?
Bizim ''Batı Arkeologlarına'' ait varsayımlarla ''İnsanlık Tarihi'' okumalarımız ne kadar doğru?
GILGAMIŞ ve NUH TUFANI
Tarihi bilgilere göre ''Gılgamış'' destanı, M.Ö 2000-3000 yılları arasında ''Sümerce'' 12 adet kil tablete yazılmış ancak M.Ö 1800'lü yıllarda ''Babil''de yine M.Ö 1250 yıllarında Kassitler çağında yaşamış Sin-Lekke-Unnini adında bir şair tarafından yazılmıştır. Yani üç farklı versiyonu var. Destanın Sümerce yazımının anlaşılması oldukça zordur deniliyor. Ve M.Ö 1800 yıllarda Babil kralı Hammurabi (M.Ö 1792-1750) zamanında tekrar yazılmış ancak Gılgamış Destanı'ın üç tableti bulunamamıştır. Gılgamış Destanı 1855'te Ninova'da yapılan kazılarda, Asur Kralı Asurbanipal'in M.Ö VII. yüzyılda derlettiği tabletler bulunmuş, daha sonra Türkiye-İran sınırında ve Irak'taki Nippur antik kenti kazılarında bulunan tabletler de eklenmiştir. Ayrıca Türkiye'de Sultantepe ve Boğazköy'de yapılan kazılarda da destanın izi bulunmuşsa da henüz tümü gün ışığına çıkarılmamıştır.
Sultantepe Şanlurfa'da, Boğazköyde Çorumda yer almaktadır. Hititler döneminde ''Doğu'' işgalleri esnasında bu bölgeye ait bütün ''Medeniyet'' ve o bölgenin ''Din Adamları''da esir alınarak Batıya taşınmış. Ve bu ''Medeniyetin'' üzerine ''Hitit'' medeniyeti kurulmuştur.
2000 yıl boyunca 300 km alanı site devletleri yani federasyon biçiminde ''Bağımsız bir lidere'' bağlı olarak yöneten, ilk yazı, ilk yerleşik hayat gibi bir çok şeyin ilkine imza atıp büyük bir medeniyet kuran ''Sümerler'' kendilerine ''Kenger'' diyordu.
''Kenger'' Kürtçe'de ''Dikenli bir bitkinin adı''dır. Bir çok hastalığa şifa kaynağıdır. ''Gılgamış Destanının'' ''Ölümsüzlük otunun'' tarifinde Utnapiştim: ''Gılgamış, sana gizli bir şey açayım. Ve hiç kimsenin bilmediği biricik otun yerini sana söyleyeyim: bu tıpkı deve dikenine benzer, ama dikenleri gül dikeni gibi keskindir; yaklaşana batar. Sen bu otu eline geçirmek istersen, eline batacağından korkma'' diyerek tanıtır.
''Gılgamış'' herkesin bildiği gibi bu otu, denizin dibine dalarak çıkarır.
(Kust otu - ''Kaptan Kusto Müslüman'' -Dünya Çapında Bir Hadise başlığı altında Kust Otu etrafındaki çalışmalarında Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, bu otun ''BERZAH'' ilmi ile alakasını deşifre eder. Bknz: Esatir ve Mitoloji ''Güneş ve Ay)
Bir iddiaya göre Kureyşliler, Kengerlerin (Sümerlerin) tesis ettiği ''Sumer Kutha'' şehrinden göç ederek ''Arabistan'' topraklarına yerleşmişlerdir.
Kendi kaynaklarında kendilerine ''Kengerler'' diyen Sümerlere Tevratta, ŞINAR, Akadça'da ŞUMER, eski Mısır Yazıtlarında ''SNGR'', Hititçe'de ''ŞANHAR'' denilmiştir.
Şirnak ilimizin Süryanice ismi ''Şera Nuh'''tur. Yani ''Nuh'un İstirahatgahı''. Ve Cudi Dağı'na Süryanice ''Ture Kardu'' denilmektedir.
Nuh Tufanı'ndan önce, Eridu (Ebu Şahreyn), Bad Triba (El Medain), Larsa (Es Senkereh), Sippar (Ebu Habbah), Şuruppak (Fara) gibi şehirlerde yaşayan Sümerler (Kengerler), Tufandan sonra ise Uruk, Ur ve Kiş şehirlerini kurmuşlardır.
''Gılgamış''ta Uruk şehrinin kralıdır. ''Şuruppak'' ''Gılgamış'' destanında Fırat Nehrinin kenarında kurulmuş bir şehir olarak geçmiştir. Destana göre Tufandan önce ''Bilginler- Tanrılar'' orada toplanmış ve bu toplantıdan sonra ''GEMİ'' yapılmaya başlanmıştır.
Destan'da da geçen Bilginler-Tanrılar ''Utnapiştim''in anlatımına göre ''GEMİ''de olanlardı. Yine destana göre bu bilginlerin hepsi ''erdemli'' insanlardı ve İnsan Üstü kimseler olmuşlardı. Uruk şehrini de bu yedi bilgin insan yönetmiştir. Bunlar ''Çift Boynuzlu'' bir taç takarak ''erdem'' derecelerini gösteriyorlardı. Bazı kalıntılarda elde edilen kabartmalarda görselleri mevcuttur. Bilginlerden ve Tanrıçalardan kadın olanlarından birinin nikahının ''GEMİ''de kıyıldığını söyler Utnapiştim. Ve ''Gılgamışta'' ''GEMİDE'' nikahı kıyılan ''Tanrı ve Tanrıçanın'' çocuğudur.
Yine Şanlıurfa ''Göbeklitepe''deki kazılarda boynuz figürlü mezar taşına benzer kare taşların çevrelendiği mekanlar tespit edilmiştir.
Eski İnanışa göre ''Dünya BALIK ve ÖKÜZÜN Boynuzları üstünde'' durmaktadır.
''Sümerli Enok'a göre ilk bilge öğretici komutan sudan çıkmış olan, BALIK ADAM'dır..''
Gılgamış Destanı adındaki ŞİİR'de ''Gılgamış ve Göklerin Boğası'' adlı bir bölümde vardır.
Gılgamış destanının bulunduğu Asur'luların kurduğu Ninova, Hz. Yunus Aleyhisselamın yaşadığı şehirdir aynı zamanda.
Tarihçilere göre Akad kralı olduğu söylenen Büyük Sargon Akatça'da: Šarru-ukin -"meşru kral", anlamına gelmektedir. Ve hayat hikayesini anlatan tablette şiir diliyle Hz.Musa Asm'a benzer bir hayat hikayesi anlatılmaktadır. Annesi dini bütün bir kadındır ve Sargon'u küçükken bir beşiğe koyup nehire bırakmıştır. Mevcut heykellerde ise başında çift boynuzlu bir taç vardır. 2.Sargon ise Asur Kralıdır. Batıda Kıbrıs'a ve Doğuda İran'a kadar olan bölgeleri krallığına katmış ''Ninova''da hükmetmiştir. Abd'nin Irak'ı işgali ile Irak'a giren ''İran'', Irak'ta Sümer Kralına ait bir lahit buluyor ve İran'a götürüyor. Lahitin içi som altınla kaplı. İçinde hiç çürümemiş ve mumyalanmamış cesedin boynundaki som ve büyükçe ''Balık''lı kolyenin üzerinde 2.Sargon yazıyor.
Hristiyanlarda ''Balık'' Hz.İsa Asm'ı temsil eder ve Hz.İsa Asm atfedilen ''-Bir kimse sudan ve ruhtan doğmadıkça giremez Allah'ın meleketuna...'' (**) sözü Balığın ve Boğa'nın üzerinde duran ''Dünya'' inanışı, ''Balinanın karnında ikinci kez dünyaya gelen'' Yunus Asm'ın da hayat hikayesinde görüldüğü üzere Okyanus-Berzah sırrı ile alakası anlaşılır.
Ninova'nın yer altı ve yer üstü yapılandırması ile günümüze ait şehirlerden bir farkı yoktu. Ninova'da, 20.000 tabledin yer aldığı büyükçe bir kütüphanede bulunuyordu.
Hristiyanlarda ''Balık'' Hz.İsa Asm'ı temsil eder ve Hz.İsa Asm atfedilen ''-Bir kimse sudan ve ruhtan doğmadıkça giremez Allah'ın meleketuna...'' (**) sözü Balığın ve Boğa'nın üzerinde duran ''Dünya'' inanışı, ''Balinanın karnında ikinci kez dünyaya gelen'' Yunus Asm'ın da hayat hikayesinde görüldüğü üzere Okyanus-Berzah sırrı ile alakası anlaşılır.
''Gılgamış destanına mevzu olan devir / Yunus Aleyhisselamın yaşadığı- denir / Ninova ise O'nun / Balina tarafından yutulduğu - sahil şehri...(***)
Diyarbakır'da ''Ziyaret Tepede'de çıkarılan ve M.Ö 2500 yılına ait bir tablette Tarihçilerin ''Çivi Yazısı'' dediği yazı ile yazılmış ''Aramice'' kelimeler tespit edilmişti.
Hz.Nuh Aleyhisselam'ın üç oğluna üç ayrı dil tahsis eden tarihçilere göre ortada ''Aramca'' denilen bir dil yoktu ve birden bire ortaya çıktı, çıktığı anda da ''Sümerceyi, Akadçayı, Asurcayı'' sildi süpürdü.
(*) (bk. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned 5/265-266; İbn Hibbân, es-Sahîh, 2/77)
(**)-(***) Salih Mirzabeyoğlu ''Esatir ve Mitoloji'' -Güneş ve Ay-, İstanbul, 2010, İbda Yayınları, S:469-470-471
(**)-(***) Salih Mirzabeyoğlu ''Esatir ve Mitoloji'' -Güneş ve Ay-, İstanbul, 2010, İbda Yayınları, S:469-470-471
(Devam edecek)








Yorumlar
Yorum Gönder