Ana içeriğe atla

Sinami Orhan ile Başyücelik Devleti üzerine röportaj

   Sayın Sinami Orhan Beyefendi ile gerçekleştirdiğimiz  Başyücelik Devleti üzerine yaptığımız röportajı keyifle okuyacaksınız.



 


Sinami Orhan Kimdir? 

   1966 Sakarya doğumlu olan yazar, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı ve bir üniversitenin İktisat bölümüne devam etti. 


    Yazarlık ve yayıncılık hayatına 1989 yılında çıkan aylık Ak-Doğuş dergisiyle başladı. Büyük ses getiren ve 12 Eylül sonrası İBDA dünya görüşünü kitleler nezdinde şahlandıran bu siyasî derginin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Yazdığı yahut yayınlanan yazılar sebebiyle birçok kez yargılandı ve camianın 12 Eylül sonrası cezaevine giren ilk mensubu olma şerefine erdi. Daha sonra Ak-Zuhur, Tahkim, Yeni Tahkim, Siyah Bayrak, Akademya, Furkan, İkideniz ve Aylık dergilerinde idareci veya yazar olarak yer aldı. Yazdıklarından dolayı dört kez daha cezaevine girdi ve böylece toplam üç yıl hapis yattı.

     Haftalık Cuma dergisi ve Vakit gazetesinde de araştırma dosyaları yayınlanan Sinami Orhan, çok çeşitli sahalarda araştırmacı vasfıyla temayüz etti. Beynelmilel hukuk, sol siyasî hareketler, yakın tarih, ulaşım vasıtaları ve bilhassa strateji alanlarında kitablık çapı bulacak çok sayıda araştırma dosyasına yahut kapsamlı makaleye imza attı.

     Akademya’ya Doğru sitesi yanında, özellikle Dost Strateji sitesinin en önemli yazarlarından olagelmiş bu çok yönlü  yazarımız İstanbul’da ikamet ediyor.




1."Başyücelik" devlet tasavvurunu diğer "salt akli ve beşeri" (liberalizm, sosyalizm, faşizm) ideolocyalardan ayıran farklar nelerdir?

      — "Salt akli ve beşeri" olmaları bile bir "fark" zaten. Büyük Doğu-İbda Kütüphanesine yolu uğrayanlar, "Mutlak Fikir", "Şuur Süzgeci", "Bütün Fikir(-in Gerekliliği), Vasıta Sistem ıstılahlarını hiç değilse okumuş, duymuşlardır. Bu ıstılahlar veya Kavramlar diyelim, süs olsun veya "artislik gözüksün", "ciddi gözüksün" diye inşa edilmedi herhalde! Normal olarak "İnsan" hep "muhatab" ve "karar alıcı" konumdadır ya, en basit, en adi bir mevzuda bile olsa, bunun bir "fikir oluşumu" sürecine yükseltilmesinde de tabiatiyle bahsettiğimiz ıstılahlar zaten kendini "dayatır"..


    Ne kadar kolay ve bir çırpıda söylüyorum, değil mi?

    "... zaten kendini dayatır!"

    Bunun böyle olduğunu, en azından bana, İBDA öğretti, başkaları nasıl, nereden öğrendi ilgimin haricinde. Bana göre bu fikre, fikrî düşünceye, sistemli düşünceye "ilk adım" budur. Bu bilinmeden, bunu anlayamadan hiç bir "fayda" ele geçmez. Geçmediği bir yana, evvelden moda olan, sonra başka modalar çıktığından unutulan, şimdi şimdi yine terennüm edilmeye başlanan "Kaynaktan yapmak... Kur'an anayasamızdır." türü YOBAZLIĞA ve "beşer aklının", hani nörologlarca kafatasımızın içinde bulunan, az-biraz yumuşaklığı sebebiyle "sümükümsü" organ olan "beyin"in merkez olduğu" akıl, tabii ki o organ, boş yere "yaratılmıştır" kütlüğüne de düşürülür ve bunu da koca koca ünvan sahibi olarak binlerin önünde söyleyip rezil bir duruma düşüldüğü de farkedilmez!.. "Kimler?" diye bir sualin lüzumu yok! Televizyonlara 7/24 çıkan, gazete ve dergilerde kocaman ünvanları ile koca koca laflar eden, kusan ama en azından "usül?" dedidiğinizde, "nisbet; neye göre konuşuyorsunuz?" sualini duyduklarında apışıp kalan, mırın-kırın eden, sonra "demokrasi... muhafazakarlık... İslâm." aklına ne gelirse sıralayıp "paçayı kurtardığını zanneden" tipler kim ise, lüzumsuz sualin cevabı da onlardır!...


     Eski MSP milletvekili, üzerimizde bol bol duası olan rahmetli Vahdettin Karaçorlu bey'in ne zaman bir topluluk üzerinde kendini ziyaret etsek defalarca ve kendi üslubu içinde ve bu üslup bilenlerce hemen anlaşılan bir sözü vardır ki BİZİ anlatırdı böylece:


    —"Herkes ..mut, ..mut, ..mut diyor, bir bunlar armut diyor!"    


       Farkı sormuştunuz, değil mi?

     Fark, bu: Söylenmesi gerekeni, söylemekten çekinmemek!


     Bu en basit, güncel mesele olduğu gibi ASIL meselede böyledir. İBDA, 15. Hicri asrın "İslam diyalektiği"dir denilmesi ve denildiğinde de "trene bakar gibi kalanlar" güruhuna çarpmak... İslâm diyalektiği denildiğinde başkaları ile ne ve nasıl konuşursunuz, "derdinizi nasıl anlatabilirsiniz?


2. Başyücelik sistemi ve işleyişi hakkında sorularımız vardı ama şimdi röportajın ilk sorusuna böyle bir cevap verilince..

   — Sorudan korkmamak gerek, sorabilirsiniz elbette ama alınacak cevapların kendi eksikliğim ile "iyi" bir cevap olmama ihtimali bir yana, "iyi" cevap olsa bunun yansıması ne olur, işte orası meşkuk saha.


    Birde meselenin şu yönü var ki "bence" tabii, unutuluyor.


    Rahmetli Üstad'ın Erbakan'a şiddetli tenkitlere başlamasının ve "davayı harcadılar" hükmünü alnının ortasına basmasının belki de başlangıcı, MSP-CHP koalisyonudur. Öncesinde elbet bir şeyler var ama, TC Kurucu Önderi'nin Kurucu Partisi ile, ömrü ensesinde boza pişirilmiş müslümanların ve MNP ile "müslümanların siyasi organizasyonu" yani birlikte çalışabileceklerini ispatlamış, bunun delili olmuş bir faaliyet yani MSP, idare kadrosundaki üç-beş ihtiraslı tip yüzünden "boza pişirenlere" el uzatıp, hükümet makamına çıkarıyor! Dünyada bunun kadar "absürt", bunun kadar "traji-komik" ne vardır başka bilmem.


    Oysa devamlı ziyaret ettikleri, İdeolocya Örgüsü'nü "Parti Tüzüğü" olarak zımmen benimsediklerini söyledikleri RAHMETLİ Üstad, kendilerine "strateji" olarak, "daima muhalefette kalmak, tüm olamayışların sebebini kendilerinin (yani İdeolocya Örgüsü'nün) iktidarda olmayışı olarak işaretlemek ve toplumu o güne hazırlamayı çizmişti.


    Fakat bizim ahbap çavuşlar Meclis'e girip biraz da kulis faaliyetiyle iktidar değil ama hükümet olabileceklerini anlayınca, strateji-mtrateji hak getire tabii! Unutuldu ve hükümet olmanın şehvetine yenik düşüldü. Yenik düşünce de o "müslüman organizasyonu" çatladı, MNP'deki "birlik" MSP ile yıkıldı, gitti.


     Mevzumuz bu değil tabi ama dikkat ederseniz, "güle oynaya" gelemeyecek, bir hareketin kuralı budur zaten, kimse "iktidar"ı başka birine seve seve veya" millet veya halk öyle istedi"diye vermeyeceğine göre, RAHMETLİ ÜSTAD'ın o çizdiği strateji "HER DAİM GEÇERLİ" olandır.


     "İhtilâl" ve "İdeolocya ve İhtilâl" isimli eserlerde bahsi geçer, Bolşevik Devrimi!

     1905'deki başarısız teşebbüsün ardından Çar, geleni gördüğünden daha önce reddettiği bazı adımları atmak zorunda kalmıştır, malumunuz. En önemli adım ise Bolşevik Krensky'i Başbakan olarak ataması! Daha o gün bu atamanın yapıldığı an Çarlık rejiminin gideceği, yok olacağı kesinleşmiştir. Mevzu, bunun ne zaman olacağıdır!

     Krensky de, "hükümet etmenin şehveti" deyin, "Rusya ananın menfaati" deyin, yani sebeb olarak dilediğinizi düşünün, seçin, kendine "hükümet etme imkanı"nı veren bu adıma hem Çarlık'a devam hem Bolşevik tatbikatı "koça dövdürülmüş" hali ile cevap vermiş ama soluğu New York'ta almaktan kurtulamamıştır, "bolşevik devrimi" büyük bir şiddetle patlamıştır.


      Krensky hükümeti devrinde Bolşevikler her türlü istismar ile ana muhalefet vazifelerini 'kamilen' yerine getirmiş, Krensky hükümetinin işlerini "doğru dahi olsa yanlış olduğu" gibi sonradan "Leninist propaganda tekniği" olarak isimlendirilecek faaliyet ile "lekelemiş", Rusya'daki sıkıntıların tek sebebinin "Bolşevik iktidarının olmaması" olarak her türlü istismar içinde işlemiş ve hedeflerine kısa bir sürede de ulaşmışlardır.


      Demem o ki, bağlısı olduğum, getirmek için mücadele ettiğim sistemi, tüm çıplaklığı ile ŞİMDİ tartışmaya açmam yani "anlatmam" işin tabiatına aykırı!


3
. Başyücelik Sistemini konuşmamalıyız, demek istemiyorsunuz ama değil mi?


     — Sorunuz ne güzel "öyle" anlayabileceklerin de yolunu kesici.


     İBDA, "yeşil kominist" ve "Atatürk düşmanı", "terörist ekip" karalamalarından geçti, bugün çok rahat bir şekilde "konuşulan" bir mevkiye geldi, ne demek "konuşmayalım?!"


Misal bugün "Ak - Parti" ismi bile "Akıncı" yani Salih Mirzabeyoğlu "kaynaklı" olarak başta müslümanların ve tabii "Ak Parti" karşıtı - düşmanı Kemalist-Nasyonalistler tarafından telaffuz ediliyorsa, "konuşmamak" ne demek?!

      Siz istediğiniz kadar "konuşmayın", "çevre" bunu konuşuyor, zihinlerinde bunu yaşatıyor zaten. Bize düşen ise bu korkularını kışkırtmak!


       Benim konuşmaktan kastımı siz tabii ki anladınız. Üstelik gerek Büyük Doğu gerek İBDA yüzlerce eseriyle zaten "muhatabıyla konuşuyor", GENEL İLKE - ÇERÇEVEYİ anlatıyor.


       Anlayamayanlara hala, "RAHMETLİ ÜSTAD'ın Erbakan'a olan yukarıda bahsettiğim" stratejisi'ni tekrar okumalarını tavsiye ederim. Daha açık mı olsun? Peki; Niye "kopya" verelim geberik bir rejimin biraz daha hayat sürmesine vesile olacak "uygulamalar"dan bahsederek?!


       Hâli hazır da dahil, tüm sorunlar Başyücelik Sistemi olmadığından. Mesele, sadece bu ve bunu konuşabiliriz gönül rahatlığı ile!...


4
. Başyücelik Sistemi'nde "halkoylaması" var mı, varsa nasıl olacak, seçim sistemide aynı soruya tâbi. Yoksa bir takım yakıştırmalar gibi "tepeden inme" bir sistem mi oluyor Başyücelik Sistemi? İncelerken "Yüceler Kurultayı " ve "Halk Şurası" diye iki farklı kurumla karşılaşıyoruz. Bunların farkları nelerdir ve "demokrasi"nin "fikir" olarak nitelendirilmesi hakkında da sorumuz var fakat az önceki sözleriniz üzerine...


     — Hayır elbette, neticede bir "propagandistiz", soru sormak serbest ve korkmaya(!) lüzum yok ama cevap ta yukarıda söylediğim hududlar içinde olursa, ki öyle, yapacak bir şey yok.


      Benim üzerinde bu kadar "hassasiyetle" durarak "konuşmama" meselesinden bahsetmemin sebebi, İBDA Allah'a şükür aramızda, O varken "sistem detayları" ile alakalı konuşmanın abesliği, edepsizliği! Ve tabii "konuşan"ın gayet tabii olarak "mevzuyu" kendi anlayışı veya anlamamışım ki bu seferde yine "anlayışı" oluyor, "kendince" yorumlama sıkıntısının getireceği rahatsızlık. Ve bunları da yaşadık uzak değil, 16 Nisan referandumu esnasında bile yaşadık ki "hayret"!


     " Soru serbest, cevap böyle" dememdeki "hassasiyetim", kastım bunlardan!..


     Mesela, elbetteki kastınız malum, ona ne şüphe diye yüzünüze karşı da söyleyeyim sorunuzdaki "Halk Şurası" ibaresi. "Halk Şurası" vardır bildiğim kadarıyla. Türkistan'daki "Müslüman Bolşevik Parti", hani şu Sultan Galiyev ve bizim Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in "tılmızı" olduğu Musa Carullah Biğivey'in idaresinde imha olmuş eski bir partinin "organı" idi, yine Bolşeviklerde "Şura" değil "Kongre" olarak vardır.


     Ama Başyücelik Sistemi'nde "Halk Şurası" YOKTUR; "HALK DİVANI" vardır. Bununla beraber "kuvvet", "kudret" bakımından Divan, Şura'dan daha güçlüdür, bu da ayrı bir mevzu. Fakat, "konuşmama" meselesi üzerinde dururken böyle bir - Halk Divanı yerine Halk Şurası - "dil sürçmesi"nin olması, tevafuk olsa gerek, değil mi?


      Bir defa bunlar Başyücelik Sistemi'nin ASLİ ORGANI! Ve buram buram Türkçe; her türlü "iştikak zenginliği" de cabası! Kimine göre, "ha Divan, ha Şura" olabilir! belki ama dikkat edin "asli organ"ın asıl ismi bu! Oldu olacak "Başyüce"yi de "Başfazıl", "Serfaziletli", "Tek Kutsal" vs. yapalım. Olur mu? Olmaz tabi.. Bir defa "Dil Davası" var ortada, değil mi? Latin türkçesi, yani latince gramer, imla!!


      "Ha Divan, ha Şura" deyince, aslında durulacak yer kalmıyor ve "ha gayret!" herşeyi "kafamıza göre" isimlendirme herşeyi sil baştan kaleme almanın yolu da açılıyor. Sizin "dil sürçmesi"nin gamsızca yapılmış hâli işte bu olur ve "konuşmama" hassasiyeti de bu!.


      Muarızlar tarafından şimdi değil çok daha eskiden  "Başyücelik Sistemi" ile alakalı makaleler kaleme alınmıştı. Şimdikilerin kaynağı da haliyle onlar, mesela "Birikim"de daha 1990 bile olmamışken " ne hikmet ise" bir "tarihçi prof" tarafından ki bunlar "nesnel" olmakla övünürler, tamamen suizanda ilk makale yayınlanmıştı sonrakiler de bunun açtığı yolu takip ettiler ve bu "tarihçi prof", "Başyüceliği getirecek" diye itham edilen Tayyip bey'e yakın bir televizyon kanalında program yapıyor!

  
       "Dil sürçmesi" meselesine onun bir de "tabii" olduğu veya işte muarızların suizanlı, tamamen aleyhtar durumlara dönelim. Ama şunu asla ve asla unutmayalım ki, "Bolşevik Krensky" meselesi aklımızda elbette. Biz, yani İBDA bir TEKLİF'tir. Yeni dünya sistemi teklifi ve bu Müslümanların TEKLİFİ'dir! Ortada da o tarihçinin lafını bozalım, "denene denene yamalı bohça haline gelmiş" şu an hüküm süren sistemlere karşı "DENENMEMİŞ TEK TEKLİF'tir ve muarızların daha ortada pek bir şey yokken onu karalama çabaları da bundandır.
 
      Şimdi çıkıp Kitaplarda yazan" Halk Divanı" hakkında yazsan, konuşsan bunun nasıl bir "hesap sorucu Divan" olduğunu anlatsan, karşındaki çıkış " bizde BİMER var, üstelik 24 saatte dönüyor yazana dese... ve der, söylenecek ama söylenmeyecek o tek cümle dışında elimizden ne gelebilir ki?!

      Aynı şekilde, adam çıkıyor ve " Aydınlar Aristokrasisi" lafını buluyor ve "bu sistem seçkinci, elitist sistemdir" diyor ya, içinde yaşadığımız, "savunusunu" yaptığı sistem sanki çok eşitlikçi sistem!


      Bu yaşadığımız sistem "fotoğraftan milletvekili seçecek" kadar "elitist" veya "şey" bir sistem, bunu artık herkes biliyor. Geçmişini bırakın, yakın tarihi de böyle değil mi? "Brifingli Yargı", "İmamlı Yargı" bunlar nedir? SHP - CHP Adalet Bakanı olan Mehmet Moğultay "15 bin alevi hakim ve savcı atadığı" ortaya çıkınca, "nakşilerimi atmasaydım?" dememiş miydi?


     Dahası neredeyse tüm partiler "lider diktası"ndan şikayetçi değil mi?

  
     O hâlde niye sadece "Başyücelik Sistemi elitist, seçkinci bir sistemdir." deniyor da, bu yaşadığımız garabete tek laf edilmiyor?!

      Maruzatım anlaşılmıştır herhâlde; bunlarla "bu kafayla" oturup neyi, nasıl tartışabilir veya konuşabiliriz ki?! Yapılması gereken tektir, "bence" tabii, o da RAHMETLİ ÜSTAD'ın bahsettiğim "strateji"sini tatbik: Kendi tezat ve hatalarında YAKALAMAK, İFŞA ETMEK ve tüm bu rahatsızlık ve sıkıntıların sebebi olarakta İKTİDARIN BİZDE OLMAYIŞINI göstermek...


      Çünkü bu insanlar yaşadığımız ve hatta 2019 ile yaşayacağımızın planlandığı yeni idari yapının güzellemesini yaptıkları her ân ve cümlede istisnasız tezat içinde yaşıyorlar ve bu durumda "İhtilâlci Muhalefet" için bulunmaz fırsatları ortaya çıkarmaktadır.


5. Bu şekilde mi konumlanıyorsunuz?

— "İBDA, siyasi gayeleri olan fikri bir harekettir."

     Bu sözle "konumlanıyorum" ve "çevremi" de buna nisbetle değerlendiriyorum. Hiçbir tarafa "angaje" olmadan, çalışabilecek ve NEFRET edebilecekleri bu söz ile tesbit edip "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" şaşkınlığına sebeb olmadan, hiç değilse önce kendime karşı "tutarlı" olmaya ve onunda üstünde "filanca ile yanyana olmam O'nun midesini kaldırmaz mı?" düşüncesiylede kendimi "mizana" vuruyorum. "Mide kaldırmak" hususu, en önemli mesele zannımca.


    Dönelim tekrar.


    "Başyücelikte seçim var mı, nasıl?"


     Seçimsiz hayat olmaz, diye lafalaf bir cevap öncelikle. Birisini "nasb" edecekseniz, atayacaksanız bile, yine bir seçim yapıyorsunuz aslen.


     Başyücelik Sistemi'nde seçim var mı?


     Var. "Başyüce" ile "Yüceler Kurultayı"nın belli bir nisbetteki üyeleri eğer bir husus veya damla damla birikmiş" görüş farklılıkları" sebebiyle anlaşamaz ise, işte o zaman seçim var. Halka da "ya Başyüce, ya Yüceler Kurultayı" diye sorulacaktır ve karar ne çıkarsa çıksın neticesi YENİLENME olacaktır.


      Bu ayrılık asgari ücretin 1450 lira mı, 1460 lira mı olacağıyla alakalı değil tabii. "Davasından başka hiçbir hasis fert ve nefs hayatı süremez" nitelenen Yüceler Kurultayı ve arasından seçilen Başyüce'nin mübalağalı olabilir belki fakat en basit tabirle Din ve Millet'in rıza ve menfaati için değil kendi "adi nefs çıkarı" için çalıştıklarının  veya "ihanet" derecesinde faaliyetle bulunmaları iddiasıyla olur, olacak, olmalıdır.


      Ve elbette "iddia" diyorum, "ispat" değil! İddia hatalı olduğunu bilmemek, kendi yaptığının doğru olduğuna inanmak, inanması üzerine... İspat ise, ihanet söz konusu olduğunda, o yüce mevkilere bir "sızma" var mânâsına gelir ki, bu kabul edilemez.


       Bize "öğretilen ahlak", şahsı değil fiili hesaba çekmektir. Görememiştir, görememişizdir, anlayamamışızdır, anlayamamıştır vs; burada bir veya zincirleme bir kaç hadiseye karşı "farklı bakış" söz konusudur ve gereken de, iki tarafın da iddialarına, karşı tarafı dinleyerek ya devam etmesi ya vazgeçmeleridir. Devam kararı gelirse eğer iddia'lar için işte orası artık "derin görüş ayrılığı" olacaktır, Devlet idaresi sıkıntıya düşecektir, Milletin reyine başvuru, yani bir nevi "referandum" zamanı gelmiş demektir. Millet sandığa giderek, tabiii ki her iki tarafın iddialarını dinledikten sonra, ya Başyüce, ya Yüceler Kurultayı'nın iddiasını destekleyecek, akabinde de İdari Kadro yenilenecektir.


      Bizde seçim anlaşıldığı gibi var ama böyle var. "Seçim sistemi nasıl olacak?" gibi bir sual bence tabi lüzumsuz. Ortaya konulan "sandık" ta sadece iki tercih var çünkü.

      "Demokrasicilik" yok kısaca BİZDE!


6.
Demokrasicilik derken zaten fikriniz ortaya çıkıyor.


      —"Dünya bir harbi sahasi"der Mirzabeyoğlu. Bunu "harb"i, ister patlamalı, çatlamalı "kıtal" olarak, düşüncelerin nüfuz hakimiyeti olarak ki bunu en basit - adi işten devlet çapında hakimiyete kadar götürebilirsiniz veya "dünya harb sahası"ndan EŞREF-İ MAHLUKAT olan İNSAN'ın EFENDİLİĞİNİ “tescil" ettireceği" binlerce "imtihan" ile "harb etmesi" olarak ele alabilirsiniz. 


       Benim tavsiyem, sonuncusu... 


       Onu ele alırsanız, diğer sahalardaki "harb" meselesine yaklaşım çok daha terazili olacaktır, diye düşünüyorum. "Kendin için yapılmasını istemediğini, başkası için isteme! Bunu idrak edecek, bunda "her an" yenilendikçe de her an önümüze çıkacak "imtihan - harb" noktalarında bağlı olunan Fikir-Ahlak ile hem daha müsamahalı hem de tutarlı bir tavır içinde olmamız sağlanacaktır. 
         
        Hayata, DÜNYA'ya "böyle" baktığımıza göre... 

        Kitaplarımızda anlatılan bir sahne var. 


         Bedr Harbi'nde esir alınan müşrikler bir hayvan gibi tahta çitlerin arasında hapsedilmişler. Allah Resulü geliyor oraya, bakıyor bakıyor gözleri buğulanıyor. Yanında Hz. Ömer "Ne oldu ey Allah'ın Resulü? " Kısa bir süre önce o esirler öldürmek için meydandaydı ve şimdi bu buğulanma? Cevabı ibretliktir Allah Resulü'nün;


         "Ey Ömer. Ben onları onlara rağmen ATEŞ'ten kurtarmaya çalışıyorum, onların yaptıklarına bak!" 

         
         Bu "ibret" bütün hayatımıza yön verecek olandır.

         Buradan "demokrasi"ye," Başyücelik"de demokrasi yoktur, dikta sistemidir." vaveylasına gelelim. 


         Misal, olsaydı eğer Kureyş düzeninde "demokrasi",  İslam hiç bir zaman İKTİDAR makamına yükselemezdi! Tek bir KIVILCIM ile başladı, dalga dalga yayıldı, kendisinin üç dört katı büyüklüğündeki ordu ile Bedr'de harbederekte iktidara yürüyüşünü taçlandırdı. 

        Demokrasi üstelik bir idari biçim; o idarenin özü, esası da değil. Rejimin ana karakteri değil. Karşılaştırılacağı yer, "Mutlakiyet"tir sadece. Hoş şimdi Mutlakiyetler bile " demokratik öz" barındırır hâlde. Devlet şekilleri üzerine konuşmaya başlamayalım,bitmez; açıkçası "batı kafası" illa herşeyi "kategorileştirme" heveslisidir ya, sayısı ve niteliği de her daim artar ve bunun bir avantajı kendileri için, "asl olan" gözden kaçar, detaylarda insanlar tutulur - kalır. 


        Mesela 16 Nisan referandumu... 


        Aslında "ihtilâlci muhalefet" için tartışılacak bir tarafı yoktu referandumun. Yok HSYK'nun seçimi tek adamlıkmış, yok 18 yaşındaki çocuğun, hadi tıfılın seçmesi neyse ama seçilmesi neymiş, yok partili cumhurbaşkanı taraflı olurmuş vesaire. 


       İşin en başından bakalım, başlayalım. Ortada "18 madde" haricinde ki orada da "Başbakanlık olan tabela Cumhurbaşkanlığı olarak değerlendirilmiştir" den fazla ne var?! Aslında hiçbir şey yok! Sadece ama artık "değişim zamanı" niyeti! Bu kadar 2019'a kadar geçecek sürede bir sürü KHK çıkartılacak ve belki şu itiraz edilen şeyler de tadil edilecek. Mümkündür bu. 


      Şahsen 16 Nisan meselesinde en başından beri tavrım "evet" idi. Ama bu, banada "çocukça" gelen 18 yaşın seçilmesi gibi garipliği tasdik ettiğim anlamına gelmez, Ak Parti bu her işi "torba" malum ve "idari şekil referandumu" ile alakalı bir kanuna seçim kanunu ile herhalde alakalı maddeyi de rahatlıkla "torbalamış" İşte. Tıpkı OHAL ile irtibatlı KHK'nın içine "kış lastiği takma zorunluluğu maddesini" ilave etmeleri gibi. "Bu Özal'ı aykırı, OHAL'le çıkan KHK içeriğini tanımlayan maddeler ile tezat-zıt" deseniz ne fayda, hemen "FETÖCÜ, kripto FETÖCÜ" olmadı."Davutoğlucu, Gülcü" damgasını basarlar. Hem de bize, "bana"... Ki bir" sosyolog prof" var ki "çok mahir" bu işlerde, kendisinin bazı noktalarda ikna olmasına da "twitter"da katkım oldu, bir şeyde - afedersiniz- "oha!" dedim diye "kripto fetöcü" ilan etti beni! Dediğimin sonradan doğru çıkmış olması da önemsiz bir detay bu "mahir sosyolog prof" için. Yalakalıkla rektör mü, dekan mı ne oldu! 


       16 Nisan... 16 Nisan'ın önemi, oylama tarihi ve oylanacak şey ile çıkacak netice olmasından değildi. 1923'te - moda artık nasılsa, kullanalım- "Kraliçe'den onaylı" olarak kurulan devletin KURUCU LİDERİ ve KURUCU PARTİSİNİN inşa ettiği "idare biçim" ortadan kaldırılsın mı, kaldırılmasın mı şıkları referanduma sunuldu. Esas önemli olan işte tam da bu: KURUCU LİDER'in yaptığı sistemin değişmesi fikrinin GENİŞ YIĞINLARDA BİR DÜŞÜNCE HALİNE GELMESİ! Ehemmiyetli olan tarafı budur... 


       Eğer bir takım ayak oyunları ile mesela referandumdan vazgeçilmiş olsa dahi, önemli olan bu düşüncenin Meclis ve halkta karşılık bulması! Bugün olmazdı ama yarın muhakkak sandık gelirdi. 


        KURUCU LİDER ki kendisi kanunla korumaya alınmış biridir, buyrun mesela "Başyücelik elitist ve dikta rejimidir" diyenler bu 5816 sayılı kanuna baksınlar, "elitizm" de, "diktatörlük" de sadece "bir kişi" için çıkarılmış bu kanunun ruhudur evet, böyle birinin çıktığı çiviler ile bina edilmiş bir yapı, sistem var ve 16 NİSAN işte bu Yapı-Sistemin o çivilerin sökülmesi, evet aynı çivilerin kullanılmaması ile eski, köhne, ahşap binanın o çürümüş tahtaların eski şekillerinden koparılıp apayrı bir "biçim" de tekrar çivilenmesi demek.

       Çok açıktır ki, biraz ahşap işinden anlayan da bilir, o tahtalar artık çivi tutmaz! Öz'e göre bir "form"du, o" form" bozuldu, yenilenecek  ama "öz" aynı kaldıkça "form" tutmayacak! Burada da Rusya'daki "Krensky hükümetini" tekrar hatırlayalım. Niye tutmayacağının "tarihten şahidi"dir o pratik!


       7.Ak Parti için söylüyorsunuz bunu?


      — "Bunları" yapan kim, hangi partisi ise, onun için. Bununla beraber, şimdi "aldatıldık" denilmesine sebep olan siyasi yapı ile beraberlikleri, bu esnada yapıp atmaya başladıkları "işler" sebebiyle gerek - eski- "Doğu Strateji Merkezi" gerek -eski- Furkan Dergisi yazılarımda, internette yayınlanan yazılarım ve dost sohbetlerinde "Ak Parti - Tayyip bey " mevzusunu, "Krensky hükümeti" şeklinde değerlendirdiğimiz malumdur. 16 Nisan referandumu, ehemmiyetli olarak görülmesi gereken tarafı diye çizdiğimiz ciheti ile de bu değerlendirmemiz herhalde doğrulanıyor


       Şimdi bir ifadesiz sebebiyle "Tayyip bey'e kötü laf söyledi" diyen acullar olabilir, mümkündür ve aslında -garip ama gerçek- teenni ile hareket eden "ACİLCİLERİZ" biz, onlarınki sadece "aculluk"! "Krensky hükümeti" değişimci bir hükümettir. Eski düzeni benimsemez her yönüyle, revizyona tâbi tutulması gerektiğine inanır, Bolşeviktir ama onunda "dengeler" meselesiyle tatbikini zor bulur, ikisini harmanlayamaya çalışır vesaire. Özü, değişim yanlısı olması ama. Ak Parti ve Tayyip bey Kemalizm yanlısı mı? İçlerinde bu tipler muhakkak vardır elbette ama "dünürü" devrimin çakıl taşlarını yazmış biri için Kemalist demek ona hakarettir. Hakaret ise bize yasak.


    "Krensky" den kastım, "değişimci" oldukları mevcuttan rahatsız oldukları, kendi aralarında farklı grupları barındırdıkları bu duruma binaen de yapmak isteklerini tamamen ve "kamilen" yapamayacakları, buna "eski düzen - kemalistlerin" muhaliflerini, kendi içindeki "daha ileri" düşünen "değişimci" grupları ve toplumun geldiği "değişim düşüncesi safhası"nı da eklersek, ileride ve bu da zaman olarak fazla uzun bir süre değildir, Ak Parti ve Tayyip bey'in bir kesin karar almak zorunda kalacakları da muhtemel olarak görülüyor.


     Aktüele bakarsak, FETÖ - ETÖ unutuldu, "kripto fetöcü" denilerek Ak Parti "yandaşı" kesimlerin birbirlerine girdiğini görüyoruz. Pelikanlar, Hocacılar, Gülcüler, Reisçiler, İslamcılar vesaire tabelalar altında şiddetli bir savaş cereyan ediyor.


      "Üzüntüden uzak bir seviyede SEYREDİYORUZ" bunu. Tamamen "safsata" olan "muhafazakar demokrat" görünümünden bu her türlü iftira, "imaj faaliyeti", istismar ile "kavga" hatta "iç savaşa" gelmeleri bir "aşama"dır, bu iç tartışmayı bambaşka sebep-olaylara dayanarak belki BİZİM başlamamız gerekirdi olmadı, şimdi çok daha" basit-adi" sebepler ile kendileri başlattılar, o halde kenarda durmak gerek. Hoş her iki (veya üç, dört!) tarafında haklı oldukları yerler var ama "gözler kararmış", aralarına hiç girmemek en sıhhatli iş olacaktır herhalde.


      Bizim, "Demirel'in Yetimleri" ve "Piç PDA Siyaseti"ne hükümet kadrolarının teslim edilmiş olmasına ve onlarında" Yurtta Sulh Cihanda Sulh" ismindeki "devlet olmama" ilkesine "sadakatle" bağlı olarak iç ve dış siyaseti yönlendirmelerine olan itirazlarımız var ama "15 Temmuz'da saat 22:30'da değil, 22:40'da tepki veren kripto hain" gibi çok derin ve stratejik karşı çıkışlarla dolu bu "parti içi iç savaş'ın yanında esamesi okunmaz tabii.



 8. Başyücelik'in dış siyaseti" diye sorsak tam bu noktada o hâlde...


     — Hücum! Dış siyaset, bu "hücum"un her şart halinde gireceği bir kalıplar tatbikidir. Bu da aslında gayet tabiidir; bir " Devlet" olma gereğidir: Büyümezsen, küçülürsün! Küçültmek içinde "içeriyi zorlar - kaşırlar"... Bunu illa büyük - süper - ultra mega (!) devletlerin yapacağını düşünmemek gerek; Bu" iç savaş" dediğimiz parti içi kavgada bir taraf olan kesim yani "İslamcı" denilenler herhalde, hemen komşumuz olan İran'ın, devrim sonrasında buradan "kotardığı" tipleri düşünelim; Suriye meselesinde, Irak meselesinde "İran dış politikası" ile Türkiye'ye eleştiri getiren ve sanki orada "Şii zalimliği" yokmuş gibi "mezhep taassubu ile hareket etmekle" itham edenler mesela. Bu "içeriyi zorlamak- kaşımak"tır. Diğer büyük devletler bunu yapmaz bile! Varolanı görür ve orada konumlanıp, kendi menfaati için siyasi baskı oyunlarına girer onlar! Mirzabeyoğlu'nun nefis bir terkible söylediği üzere, onlar bu durumu " Demokrasi için zorlamak" için kullanır. Yani hem "demokrasiye bağlılığı" artırmaya hem de birtakım tavizler koparmaya çalışırlar.


         "AB müzakere süreci" nedir ki? Değil mi?Şimdi "değişimciler" dedik ya, Tayyip bey'in üzerindeki borç, değiştirme iradesini göstererek sergilediği cesaret ve cüreti devam ettirmek, eski yapıdan önceki mevzilerimize şu veya bu şekilde ulaşmamızı sağlamaktır.


         Aslında, "Ağustos '13 Dershane Savaşı', " 17/25", öncesindeki "7 Şubat 12 MİT Darbesi'nin temel kalkış noktası, belki bu cüretin gösterileceğinin görülmesi idi. Düşünebiliyor musunuz, TC Devleti Başbakanı çıkıyor, "Dersim zulmü" diyor, eline alıp bir kitabı havaya kaldırıyor: "Son Devrin Din Mazlumları!" Yine o günler televizyonda Mirzabeyoğlu'nun durumu'ndan bahsetmesi! Dikkat edin Tayyip bey bir anda REFERANS haline getirdi, Büyük Doğu-İbda'yı!


        Sonra!!


        Sonrası malum: Hukuki darbe sürecinin başlaması!


       "Demirel'in Yetimleri" ise açık söylemek gerekirse ayak bağı! Dış siyasetteki "geri dönüşler" onların yönlendirmesi. Oysa Türkiye için "geri dönüş" söz konusu bile olamaz! Hele Güney hudumumuz Akdeniz'e kadar "Kantonlar" ile komşu yapılmış ise çok daha yakın ve büyük tehlike söz konusu: İçeriyi zorlamak!


         Oysa "içeriyi düzenlerse" Tayyip bey, o Kantonların "sınır muhafızı" olmasını kim engelleyebilir?


9. İç çekişme bunlarla alakalı mı?

     — Artık herşey o kadar karıştı ki teferruata dalmak, bakmak asıl görülmesi gerekeni kaybetmek demek. Bu ülkenin YÜZYIL BAŞINDAKİ HUDUDLARINA dönmesi için her türlü şart müsait. Biraz daha cüret ve elbette "nisbet" gerekiyor. Kuru toprak davası değil kavgamız. Misal, Filistin'de "kaybolmuş" dedem için, onu şereflendirmek için, kavgasının kıymetini bildiğimi göstermek için Filistin'i almalıyız diyorum. Diyorum çünkü dedemin "kaybolduğu" anında bizim toprağımızda orası. İSLAM TOPRAĞIYDI... Dedem Filistin'e Şam ve Bağdat eyaletleri üzerinden gitti ve Filistin, Şam ve Bağdat ile "güzeldir"... Tayyip bey çıtkırıldım "sosyolog akademisyen", "2.Cumhuriyetçi Avdetiler", "Anti-Stalinist sol liberal avukatlar" yığını ile bunları başarabilir mi? Görüyoruz ki bu gruplar ve diğerleri, 2019'a kadar şekillendirilecek, "yeni tabelalar" oluşturulacak Devlet içinde en fazla nüfusa sahip olmak için "kayıkçı kavgası" içine düşmüşler. Bunlarla nereye gidebilir, gidilebilir?


       Kendisini, afedersiniz ama, 13 sene sonra "aldatıldık, milletimden özür dilerim" cesaretini gösteren bir liderin "ağzının içine göre şekillendirenler" ile ne yapılabilir? Tayyip bey'in önündeki en büyük dert, bu olmalı.


      Siyaset, cüret ve halkı buna yanaştırma ile alakalı. En büyük cüret "Başyücelik Ideali"... En büyük cüret " ÇARE, YENİ KADROLAR" demek, koltuk için birbirlerini "boğazlayanları" dışarıda bırakmaktır ve emin olun uygun "nafaka" verildiğinde çıtları çıkmaz onların!


      16 Nisan yeni dönemin eşiği; "değişim"in halkın ezici çoğunluğunca benimsediği ve bunun önünde durulmayacağının anlaşıldığı bir eşik. " Kuralsız savaş"ın sa başladığı bir eşik. Bu eşik aşıldı ve bunun neticesi Allah'ın izniyle "Başyücelik Sistemi" olacaktır. Durdurulamaz bu. Sadece uzatılabilir hedefe varmak. Buna da Tayyip bey karar verecektir.



Teşekkür ederiz.


Ropörtaj Adalet Büşra

https://www.youtube.com/watch?v=70XpIc9fGOA

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Kim, Kim"dir -Horuzun Öttüğü Vakit - (2.Bölüm)

Günümüz Müslümanlarının en büyük problemi Hz.Mehdi asm var mı yok mu düşüncesi. Kur'anı Kerimi aklı ile anladıktan sonra ''Peygamber''e de luzum bırakmayan bir topluluk için elbette ''Melhameler'' yani meydana gelen hadiselerin bir önemi yoktur.  Tıpkı ''Meteryalist'' kafadakilerin bunlar ''Metafizik'' saçmalıklar diyip kestirip atması gibi. Peygamber''e luzum ve ihtiyaç bırakmayan yani ''Peygamber''siz İSLAM, daha doğrusu ''Diyalogçu'' zihniyetindeki adamlara aradan ''Peygamber''i çıkardığında İSLAM'da kalmaz dediğinde ''aval, aval'' suratına bakar. Bir kişinin ''Müslüman'' olması ancak ve ancak ''Peygamber''e BİAD ile mümkündür. Kur'anı Kerimde ''Allah ve Resulüne'' itaat emri bunlara uğramamıştır. Peygamberi aradan çıkardığında ''ŞERİAT''e kalmaz. ŞERİAT Peygamber a...

GÜNDEM MAK-ARASI

KIY-AMET  / GÜL-MEZ Sayın Okuyucular Bugünlerde her ne yazsam gündem öyle bir hızla değişiyor ki ne diyeceğimi ne konuşacağımı şaşırıyorum. Sanki bütün dünya birleşmişte beni yalancı çıkarmak için uğraş veriyor. Tam bir -BAŞ-MAKALE yazıp ünlü olayım diyorum, bi bakıyorum bir anda gündem değişiyor. Benim dediklerim çöpe gidiyor tabi. Şimdi nerden çıktı şu Mescid-i Aksa ? Ne güzel konuşuyor yazıyor çiziyor size de bal gibi okutuyordum. Ben ne talihsiz adamım hiç mi hayatımda bir gün bile yüzüm Gül-meyecek ! Anam adımı Tayip Gülmez koymakla bana kötülüğün en büyüğünü etmiş mi oldu şimdi? Gerçi anamın ne suçu var  Dünyada  artık öyle şeyler oluyor ki, kim olursa olsun YALAN söyleyen herkesi hiç abartısız ANLINDAN mıhlıyor. Ve söylediklerini boşa çıkarıyor. Ne kadar PUTU dikilmiş heykel varsa bir bir yıkılacak bir zaman diliminin içine düştük sanki. Bende kalem sallayan halkın aklına üfleyen bir sanatkar olarak galiba böyle bir PUTSAL duruşun yı...

AYASOFYA

'Beytu'l-Makdis'in imarı Yesrib'in harabıdır. Yesrib'in harabı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame İstanbul'un fethidir, İstanbul'un fethi Deccal'in çıkmasıdır!' buyurdular. Sonra elini (Resulullah), konuşmakta olduğu kimsenin (yani Hz. Muaz'ın) dizine vurdular ve: 'Bu söylediğim kesinlikle hakikattir. Tıpkı senin burada oturman hak olduğu gibi.' buyurdular." Hz. Muaz burada kendisini kasdetmektedir. (Yani Aleyhissalâtu vesselâm'ın konuştuğu ve dizine elini vurduğu kimse Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh)'dir.)" [Ebu Davud, Melahim 3, (4294). Beytu'l-Makdis, Mescidu'l-Aksa denen Kudüs şehrindeki mukaddes mesciddir. Bugün orada "Süleyman Mabedi inşası için kazılar yapılıyor, Mescidin altı oyuluyor. Orada yaşanacak bir çökme veya bu kazı çalışmaları yeniden imar anlamına gelebilir. Kudüs'ün başkent ilan edilmesi bu işlemin hızlandırılması anlamına geliyor olabilir. Yesrib, Medine-i Münevv...